DERVİŞ VE SU
Tefekkür etmenin de ibadetten sayıldığını öğrendiğinden beri,derviş sık sık tefekküre dalardı. Havanın ve kendisinin müsait olduğu durumlarda kırlara, bazen dağlara çıkar saatlerce yürür yürürken de ya zikir ya da tefekkür ederdi. Bazen de diliyle zikrederken zihniyle tefekkür ederdi.
Bu gezme esnasında bazen gözü bir objeye takılır ve uzun müddet bu obje üzerinde düşüncelere dalardı.
Havanın müsait olduğu bir gün sabah namazından hemen sonra yola koyuldu derviş. Günlük dersi olan zikir ve duaları yolda okudu.
Kuşluk vakti vardığı yer, etrafın rahatça görülebildiği, yeşillik, orta büyüklükte bir kaynak suyunun çıktığı yerdi. Epeyce susamış ve biraz terlemişti. Elini yüzünü yıkayıp kendine gelince yavaş yavaş abdest aldı. Abdest alırken ruhen ve bedenen arındığını hissetti. Sonra da besmeleyle su içti.
Kaynağın yanındaki ağacın gölgesine geçip gözünü suyun kaynağına çevirdi, kendisini rahatlatan bu hayat kaynağı üzerinde düşünmeye başladı.
Bu su buraya nereden geliyordu? Burası dağın oldukça yüksek bir yeriydi. Öğrendiğine göre yer altında depolanan sulardan geliyordu buraya. Fakat buradan kaynak fışkırması için daha yüksek bir yerden basınç yapması gerekiyordu ki bu, muhtemelen daha yüksek ve başka bir dağ olmalıydı. Etrafına bakındı bulunduğu yerden daha yüksek çok uzaklarda bir dağ gördü. Suyun o dağdan buraya hangi yollarla geldiğini hayal etmeye çalıştı. Mükemmel bir sistem olmalıydı. "Biz, gökten bir ölçüye göre su indirdik ve onu yeryüzünde tuttuk (yerleştirdik)..." (1) ayetini tefekkür etti.
Sonra akan suya baktı. Hayalinde miktarını ölçmeye çalıştı. Bir saat, iki saat, bir gün, bir hafta, bir ay… çok muazzam bir kütle ve hacim çıktı karşısına. Yaz günleri haftalarca yağmur yağmadığı halde akarsular akmaya devam ediyordu. Acaba bu kadar suyun depolandığı yerlerin büyüklüğü ne kadardı?
Bu sular yeraltı depolarına, yağmur ve kar sularından birikiyordu. Peki yağmur suyu nereden geliyordu?
Çoğunluğu okyanuslardan ve denizlerden buharlaşan sulardı. Bir kısmı da başka yerlerden buharlaşan sular. Su döngüsünü düşündü. Birden heyecanlandı. Gidip bir avuç su aldı. Acaba kaçıncı döngüsündeydi avucundaki su. Kaç kez buharlaşıp kaç kez yağmıştı yer yüzüne. Kaç bininci kez ziyaret etmişti yeryüzünün değişik yerlerini.
Aklına gelen yeni bir düşünceden dolayı içi ürperdi. Avucundaki suyun içindeki bir zerre gelmiş geçmiş peygamberlerden birisinin vücuduna dokunmuş olabilir miydi? En önemlisi Peygamberimizin vücuduna dokunmuş olabilir miydi? Onun abdest suyunun bir parçası olabilir miydi? Belki dedi içinden.
Sonra suya baktı salat u selam getirdi. Kokladı ve hürmetle bıraktı avucundaki suyu nehre.
Suyun yer yüzündeki kaderini düşündü.” Hep aynı değildir tahminen “dedi. Döngünün birisinde belki bir gülün çiçeğinde, başka bir döngüde bir evliyanın abdest suyu, başka bir döngüde bir sarhoşun şarabında bir damla vs. epeyce düşündü derviş.

Döngünün birisinde Afrika, başka bir döngüde Asya, diğerinde farklı bir kıta. Her defasında farklı bir mekan ve farklı şeyler olmalıydı kaderi.
Suyun hafızası geldi aklına. Sadece suyun değil her şeyin hafızası olduğuna inanırdı derviş. Bir su molekülünün hafızasını n kitaplaştırıldığını düşündü bir an. Ciltlere sığmazdı hafızasındaki bilgiler. Veya belgeseli çekilebilseydi şayet çok harika bir belgesel olurdu diye düşündü.
Mesela , Buharlaşma serüveni, buluta katılması, bulutta yaptığı yolculuk, yağmur olarak yağması ve yer yüzündeki maceraları.
Bir ağacın kökünden ağaca girişi, uzun bir yolculuktan sonra gövdeden dala, daldan meyveye geçişi, orada renk ,tat ve koku değişimi, bir insanın ağzına girişi vs. sonra tekrar buharlaşması...
Başka bir döngüde bir ota hayat veriş, otu bir koyunun yemesi, koyunun memesine süt olarak gidiş, bir annenin sütü içmesi, Oradan bebeğine gıda oluşu vs.
Başka bir döngüde tarlada çalışan bir işçinin hararetini kesişi, sonra hücrelere yolculuğu oradan ter olarak çıkışı. Başka bir döngüde bir canlının damarlarında kan oluşu ve oradaki maceraları.
Bunlar uzayıp gitti dervişin hayalinde.
Sonra kirlenen suların temizlenişini düşündü. Buharlaşmak bir temizlik hareketiydi. Buharlaşırken yeryüzünde kendisine bulaşan tüm kirleri ağırlıkları bırakıyordu.
Demek ki dedi derviş, kirlerini ve ağırlıklarını bırakmadan su bile yükselemiyormuş.
Her şeyin sudan yaratıldığını(2) bildiren ayeti düşündü.
“İçtiğiniz suya ne dersiniz. Onu siz mi indiriyorsunuz yoksa biz mi. Dileseydik onu tuzlu yapardık”. Şükretmeniz gerekmez mi(3) ayetini düşündü. Bir an okyanustan buharlaşan su zerrelerinin tuzuyla buharlaştığını ve tuzlu yağmur yağdığını düşündü. Yağmur un değdiği bütün bitkiler kuruyordu. Bitkinin olmadığı yerde de hayvanlar olamıyordu.
“De ki, suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım size kim akarsu getirebilir”(4) ayetini düşündü. Yeryüzündeki bütün akarsuların dindiğini hayal etti. Nehirlerin, barajların kuruduğunu, çeşmelerin dindiğini hayal etti. Önce insanlar ve evler kokmaya başladı, sonra şehirler koktu hayalinde. Sonra hastalıklar kuraklık, açlık peş peşe geldi olumsuzluklar.
“Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız”(5) ayeti geldi aklına. “Bildiğim ve bilmediğim bütün nimetlerin için sana şükrediyorum hamd ediyorum Allah’ım” dedi. Kafası biraz yorulmuştu fakat zihni berraklaşmış ruhen hafiflemişti. Öğle namazı geldi aklına. Kalktı ve kıbleye yöneldi.
(1) Müminün /18
(2) Enbiya /30
(3) Vakıa / 68-70
(4) Mülk /30
(5) Nahl / 18
KİM BU DERVİŞ?
http://www.aliuslu.net/2017/11/tefekkur-hikayeleri.html