
Temmuz ayının
sonlarına doğruydu. Bazı meyveler olgunlaşmış, bazıları tam olgunlaşmamış,
bazılarının da mevsimi geçmek üzereydi. Bahçeyi dolaşarak hem ağaçları gördüler hem de canlarının çektiği meyvelerden yediler.
Derviş dostuna döndü ve dedi ki: "Bak dostum! aynı bahçede, aynı
toprak, aynı su, aynı güneş ışığı, aynı hava. Fakat şu meyve ağaçlarına bir bak!
Şekilleri değişik olduğu gibi meyvelerinin rengi, şekli, tadı, her şeyi değişik.
Bu nasıl oluyor sence?"
Bir müddet bekledikten sonra derviş devam etti:
Bir müddet bekledikten sonra derviş devam etti:

İkisi de sustular. İkisi de konuşulanlar üzerine tefekküre
daldılar.
Derviş, biraz sonra sesini fazla yükseltmeden ezan okumaya başladı.
Dostu saatine baktı . Henüz namaz vakti girmemişti, dervişe baktı biraz şaşırmış
vaziyette.
“ O gün yer üzerinde olan her şeyi Rabbinin kendisine vahy etmesiyle haber
verir” (Zilzal/4-5) ayetini kavradığından beri, yeni gittiği yerlerin, imanına şahitlik
etmesi için bir şeyler yapardı derviş. Bunun için yaptığı şeylerden birisi de ezan okumaktı.
Ezanı bitirince durumu izah etti dostuna. Dostunun çok hoşuna gitti yeni
öğrendiği bilgi. Sonra kelime-i şehadet ve kelime-i tevhid okudu aynı sesle.
Hamdetti, tesbih etti tekbir ve tehlil getirdi. Sonra iki rekat namaz kıldı. Secde
ettiği yerin sadece toprak olmasına özen gösterdi.
Ağacın altına geçen derviş toprak hakkında derin düşüncelere
daldı.
Tohumlar ve çekirdekler dünyanın en gelişmiş bilgi bankasıydı
onun gözünde. Toprak ise dünyanın en gelişmiş bilgisayarı. Tohum toprağa
düşünce bilgisayar çalışmaya başlıyor, tohum veya çekirdekteki bilgileri zamanı
gelince hiç atlamadan ortaya çıkarıyordu.
Salih Peygamberin mucizesi geldi aklına. Kaya yarılıp içinden
bir deve çıkmıştı. Peki cansız topraktan canlı ağaçlar çıkması ve ağacın türlü türlü
meyveleri oluşu kayadan deve çıkmasından daha kolay bir şey miydi?
"Hiç farkı yok." dedi kendi kendine. Ha cansız kayadan canlı bir
hayvan çıkmış, ha cansız topraktan canlı bitkiler çıkmış. Şu var ki bu olay çok
fazla olduğundan sıradan bir şeymiş gibi gözüküyor.
Besin zincirini düşündü. En başta toprak vardı. Toprak
mineralleri besine (bitkiye) dönüştürüyor, bitkiyi koyun yiyor et ve süte
dönüştürüyordu. Koyun besini alıp başka bir besine çeviriyordu, fakat toprak
öyle değildi. O mineralleri besine çeviriyordu. “Bu çok büyük bir mucize! “dedi.
“...Şüphesiz sizi topraktan yarattık” (Hacc /5) ayeti geldi aklına. Bununla ilgili düşündü. İlk insan atamız direkt olarak topraktan yaratılmıştı. Sonraki nesiller ise
dolaylı olarak topraktan.
Şöyle ki; insanın ilk hücreleri anne-babanın yediği besinlerden
oluşmuştu. Bu besinler ya doğrudan topraktan çıkmıştı (domates gibi) ya da
topraktan çıkan besini yiyen hayvanların besiniydi. Anne karnında hücrelerimiz
yine annemizin yediği besinlerle oluşuyordu. Doğduktan sonra da hücrelerimiz
aldığımız gıdalar vasıtasıyla oluşuyordu ki hepsi toprağa bağlı idi.
Düşüncelerini dostuyla paylaştı.
Sonra insanın topraktan yaratılmasının hikmetini düşündü. Bunun hikmetini tam bilemezdi ama şunlar geldi aklına:
Düşüncelerini dostuyla paylaştı.
Sonra insanın topraktan yaratılmasının hikmetini düşündü. Bunun hikmetini tam bilemezdi ama şunlar geldi aklına:
Toprak mütevazidir, toprak
cömerttir, Toprak temizdir ve temizleyicidir. Toprak en kötü şeyleri bile iyiye
dönüştürebilir (Gübreli topraktan gül çıkması- kötü kokunun gül kokusuna dönüşmesi gibi).