... Kerbela'dan sonra daha çok çöl gördüğümüzü hatırlıyorum.
Çölde giderken (Kerbeladan önce ve sonra) pekçok seraplar gördük.
Sıcağın etkisinden olduğunu zannediyorum ileride büyük bir su birikintisi veya küçük bir gölet gibi su görünüyor. Otobüs gidiyor gidiyor, yanına yaklaştığımızda oranın su olmadığını çöl olduğunu görüyoruz sonra suyu biraz daha ileride görüyorduk. Bu böyle böyle devam ediyordu.
Çölde dikkatimi çeken diğer şeyler ise yol boyunca fazla dinlenme istasyonu ve akaryakıt istasyonunda yoktu. Kilometrelerce gittikten sonra ancak bir dinlenme yeri veya bir akaryakıt istasyonu görebiliyordunuz.
Kerbela'dan çıktıktan yaklaşık iki saat sonra bir dinlenme yerinde mola verdik.
Kerpiçten yapılmış binanın önündeki gölgeye çay içmek için geçtik. Oturduğumuz masanın ayakları oldukça yüksekti. Sandalyeler de masalara göre dizayn edilmiş uzun bacaklı sandalyelerdi. Sebebini sorduğumuzda, rüzgarda hareket eden kumların yemeğe gitmemesi için bu şekilde yüksek yapıldığını açıkladılar.
Çölde çeşitli sebeplerle mola verdiğimizde en çok dikkatimi çeken şeylerden birisi de, oralarda gördüğüm çeşitli böceklerdi. Kilometrelerce gittiğimiz halde hiç su emaresi göremiyorduk. Acaba bu böcekler susuz nasıl yaşıyorlardı? veya suyu nereden bulabiliyorlardı.
Aradan yıllar geçtikten sonra bir belgeselde bunun cevabını buldum. Çölde geceleri havanın soğumasıyla havadaki nem yoğunlaşıyor "çiğ" denilen küçük su zerreleri yere iniyordu. Yere inen çiğ taneleri bazı küçük çöl bitkilerinin üzerinde birleşerek küçük damlalar oluşturuyor bazı böcekler bunları içiyorlardı. Bazı böcekler ise geceleyin arka tarafını yukarı kaldırıp ağız aşağıda beklyorlar. Böceğin üzerine yağan çiğ taneleri onun üzerinde önce küçük zerreler halinde oluşturuyor, sonra bu su zerreleri birleşerek aşağı doğru akıyorlar ağız tarafına geldiğinde bir damla su oluşuyor böcek te bunu içerek o günkü su ihtiyacını karşılıyordu. Belgeseli izlediğimde ve çok hayret etmiştim.
Rabbül alemin her şeyi ayarlamış, susuz çöllerde böceklerin su ihtiyacını bu şekilde temin etmişti.
Arabayı genelde şoförümüz Ali abi kullanıyordu ama çok yorulduğunda ayağı çatlak olan ve alçıda olan Turgut abi kısa süreliğine şoförlüğe geçiyor biraz arabayı kullandığında (ayak aşağıda olduğu için) ayağı sancımaya başlıyor ve tekrar Ali abiye direksiyonu bırakıyordu.
Yolculuk boyunca Ali ağabeyinin uyumaması için bazen ben bazen de öğrencilerden aynı zamanda esnaf olan Abdullah kardeşimiz onunla sohbet ediyor ona çay yapıyor ve ikram ediyorduk.
Irak'a girişten çıkışa kadar dikkatimizi çeken şeylerden birisi de o zamanki devlet başkanı Saddam Hüseyin'in çok büyük ebatlardaki resimleri oldu.. Bir yerde Asker Saddam, başka bir yerde yerel kıyafetiyle Saddam, başka bir yerde ve takım elbiseli Saddam.
Kerbela Arar arası yaklaşık 5 saatti fakat biz arada mola verdiğimiz için bir de ırak gümrüğünden çıkış işlemlerini yaptırdığımız için epeyce geç saatte Arar'a vardık.
Arar (Arabistan giriş kapısı) oldukça kalabalıktı. Bizden önce gelmiş kafileler bekliyorlardı ve çıkışta sıkı bir arama vardı. Arar'a vardığımızda birkaç kafileye ne kadar zamandan beri beklediklerini sordum. Bazılarının 24 saatten beri orada beklediklerini öğrenince bize sıranın sabaha kadar gelmeyeceği belliydi. Dolayısiyle oralarda beklemeye gerek yok diye düşündüm. Pasaportların tümü yolculuk boyunca benim emanetimdeydi. Onları ilgili yere teslim ederek sıraya geçmiş olduk. Yatsı namazlarımızı kılıp otobüsün içinde istirahate çekildik.
Sabah namazı için kalktığımızda çöl oldukça serindi.
Hava ısınıncaya kadar otobüsümüzde kaldık hava ısınınca inip kahvaltılarımızı yaptık. Hiç acelemiz yoktu. Çünkü sıra çok yavaş işliyordu ne kadar sonra sıramızın geleceği de meçhuldü. Kahvaltıdan sonra hem dinlenmiş hem de yapacak başka etkinliği olmayan öğrencilerimizi toplayıp güzel bir sohbet yaptık ilgiyle dinlediler.
Daha sonra öğrenciler kendilerince eğlenceler buldular diğer takımlarla maç yaptılar demek ki top getiren olmuş içlerinde.
Pasaportların işlendiği yere gidip dışarıdan biraz gözlem yaptım. İçeride üç tane asker vardı ve pasaporttaki bütün bilgileri bilgisayara geçiyorlardı.
Hiç acele etmiyorlar, yavaş yavaş yazıyorlar, adeta vakit dolduruyorlardı. Zaten tüm pasaport bilgilerini tek tek bilgisayara geçmek oldukça uzun zaman alıyordu. Üç askerin ikisi yazıyor biri dışarılarda veya oralarda dolaşıyor biraz dinlendikten sonra öbürü dinlenmeye geçiyordu. Bir pasaportun bilgilerini girmek yaklaşık üç dakika olsa 40 kişilik bir grubun yazımı en az iki saat alırdı. İki asker yazdığına göre, demek ki bir saatte ancak bir kafilenin işlemleri yapılabilirdi.
Bizden önce gelen onlarca otobüs var idi. "Eyvah dedim birkaç gün burada kalacağız."
İkindi geçmiş idi bizim öğrencilerden lise 2. sınıfa giden Mehmet Ali Özçelik isimli bir öğrencimizin bilgisayarı olduğunu ve klavyesinin iyi olduğunu öğrenmiştim O dönemlerde bilgisayarı olan kişi sayısı çok azdı.
Arapça konuşmam fena değildi. Askerlerin yanına girip "öğrencilerimizden birisinin bilgisayar bildiğini, isterlerse boş bilgisayarda onlara yardım edebileceğini "söyledim. Kabul ettiler.
Fakat pasaportlarda vize işleminde Arabistan konsolosluğu tarafından Arapça yazılan bilgiler de vardı. Onları öğrencimizin okuyamayacağını benim ona yardım etmem gerektiğini de söyledim. Onu da kabul ettiler. İkimiz girdik pasaport işlemlerin yapıldığı büroya girdik. Pasaportlar teslim edilişe göre gruplar halinde sıraya konulmuştu.
İlk sıradaki pasaportları alıp M. Ali'nin yanına koydum. Mehmet Ali bilgisayarla uğraşırken ben de kendi pasaportlarımızın hangi sırada olduğunu kontrol ettim. yaklaşık 30 -35 grubun arkasındaydı.
Askerlerin meşgul olduğu bir zamanda gidip, kendi kafilemize ait pasaportları getirip Mehmet Ali'nin yanına koydum.
Önce getirdiğim pasaportlarını ben okudum Mehmet Ali yazdı. Tabii birimizin okuyup birimizin yazması, işi biraz daha çabuklaştırıyordu. O grubun işlemi tamamlanınca işlemi bitmiş pasaportların yanına koydum. Sonra kendi pasaportlarımızı yazdık ve onları da işlenmiş pasaportlar bölümüne koyduk. Sıradan bir grup daha aldık onu yazmaya başladık.O grup bitmek üzereyken bizim kafile anons edildi. Arama yapılmak üzere otobüsümüzün yanına gidip eşyalarımızın başında olmamız istendi..
Askerlere bizim anons edildiğimizi ve gitmemiz gerektiğini söyleyerek müsaade istedik.
Böylece kimseye haksızlık yapmadan (yaklaşık otuz saat) işimizi çabuklaştırmış olduk. Kimseye haksızlık yapmadık, çünkü boş bilgisayarda kendi grubumuzun bilgilerini kendimiz yazdık hatta iki grup da ilave etmiş olduk.
Otobüsümüzün yanına vardık. Zaman olarak akşamla yatsı arasıydı. Bütün valizleri indirmemizi gösterilen yerde sıraya girmemizi ve herkesin herkes eşyasının kendi önünde bulunmasını istediler. Denileni yaptık. Onlar uyuşturucu arıyorlardı. Görevliler bu konuda eğitilmiş köpeklerle geldiler. Köpekler valizleri tek tek kokladılar. Sonra köpeklerle birlikte görevliler otobüse bindiler. Biraz fazla eğlendiler. Şoförümüzün tembihlemesine rağmen bazı öğrenciler yakın zamanda kolonya kullanmışlar. Köpekler kolonya kokan koltukların yanlarında biraz fazla eğlenmişler. Bildiğim kadarıyla dört tane koltuğun kılıflarını kesip içine bakmışlar. Birkaç tane de koltukların üzerine bakan lambanın dış muhafazasını çıkarıp bırakmışlardı. Böylece aramamız bitti. Eşyalarımızı tekrar yerleştirdik. Bazı otobüsleri çok daha ciddi arıyorlardı. Özellikle Urfa'dan gelen otobüsleri ve kamyonları didik didik arıyorlardı. Hatta bir otobüsün sol arka lastiğinin üstündeki saç bölümü kesiyorlardı. Onların zararlarını kim tazmin ediyordu bilmiyorum.
Orada anladım ki "oraya otobüs veya kamyonla gitmek çok ciddi bir risk. Sana düşman olan birisi sen farkına varmadan otobüsün veya kamyonun bir yerlerine uyuşturucu gizleyiverse derdini anlatana kadar aylar geçer" diye düşündüm. Allah Teala muhafaza eylesin.
Arar'dan çıkıp Medineye doğru yola çıktık. Yoldaki levhada Medine 1000 km yazıyordu.
Devam edecek inşaallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder