Dünkü yazımızda Ulu camide vaaz eden
şahsın ana-baba haklarını anlatırken "annen baban karını boşa dese boşayacaksın"
sözünü yazmış ve eleştirisini yapmıştım. Bu sözü daha önceleri de camide olmasa
da köy odasındaki sohbet ortamında (o zamanki büyüklerin konuşmalarında) dinlediğimi
hatırlıyorum.
Bu anlayışın toplumdaki yansımasını,
cehaletle vicdansızlık birleşince ne gibi trajik sonuçlar doğurduğunu aktarmaya
çalışayım.
Bizim köyden bir kız komşu köye gelin gider.
Yokluk ve yoksulluğun zirve yaptığı yıllardır. Gelin gittiği evde de eve
serilecek kilim yoktur. Tahtanın üzerinde oturmak için küçük minderler vardır.
O dönemlerde bizim buralardaki evlerde soba
yokmuş.(Benim çocukluğumda bile köyümdeki bazı evlerde soba yoktu) Soğuk kış
günlerinde ocak başına yakılan odunlarla ısınılırdı. Tabi evin ısısının büyük
bölümü geniş bacadan çıkar giderdi. Doğal olarak insanlar imkanı varsa
iyi giyinmek zorundadır yoksa yapacak bir şey yok.
O dönemlerde bütün evlenen erkekler
babalarının evinde kalmak zorundaymış. (Benim çocukluğumda da çoğunluk öyleydi)
Ekonomik olarak babaya bağlı. Onun tarlasında çalışacak ve onu hayvanlarıyla
uğraşacak. Baba evden kovsa gidecek yeri yok. Bu sebeple baba o evin bir nevi
kıralı gibiymiş.
İşte
bu soğuk günlerin birisinde iyice üşütmüş ve soğuktan sinir ve sindirim sistemi
arızalanmış olan gelin, evde kayınpederiyle otururken (zaten tek odada ateş
yandığından mecburen aynı ortamda oturuluyor.) farkına varmadan sesli biçimde yellenmiş.
Ancak sesinden anlayabilmiş olayı… Tabii çok utanmış ve ayağındaki mesi tahtaya
sürtüp ses çıkarmaya çalışmış. (Bu sesin mesten geldiğini ima etmek istemiş.)
Kayın peder demiş ki: "Tamam sesini mes sesine uydurdun diyelim; ya kokusu
ne olacak?"
Gelinin o anki psikolojisini, mahcubiyetini
düşünebilirsiniz. Oğluna bunu boşa demiş ve boşamışlar. Hani basit sebepler
için üfürükten sebepler denilir ya, bu olayda hem mecaz hem de gerçek anlamda
üfürükten sebeplerle gelini boşamışlar. Baba evine gelen gelin daha sonraki
yıllarda başka bir köye gelin gitmiş. Çocukluğumda o kadını altmış yaşlarında
olarak hatırlıyorum. Muhtemelen doğumu 1915-25 arası.
Yine köyümüzde annesinin evine gitmesine izin
verilmeyen bir gelin, annesinin çok ağır hasta olduğunu haber alıp, harman
yerinden evine giderken gizlice, beş dakika annesinin evine uğrar. Bu durumdan oğlanın
ailesi bir şekilde haberdar olur ve o gün gelinin bileti kesilir.
Rahmetli annem bunun gibi bir çok trajik
olaylar anlatmıştı. Beni çok etkileyen bir tanesini ayrı bir yazıda anlatmak
istiyorum inşaallah.
Bu tür olayların arkasında cehalet var,
empati eksikliği var, kanuni boşluklar var, Çocuğun babasına ekonomik yönden bağımlı
olması var ama buna ilaveten yanlış dini öğretiler de var. Yukarıda bahsettiğim
yanlış dini öğreti tabiri caizse “delinin
eline sopa vermek” gibi bir şey.
Toplumda herkes böyle miydi? Elbette değildi,
ama az veya çok böyle kimseler de vardı maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder