Zannedersem 2004 yılıydı. Sadık
Pembe caddesinde, Kalemli Sağlık Ocağı civarında bir dairede oturuyordum. Akşam
ile yatsı arası, dışarıdan yardım dileyen yüksek perdeden bir ses geliyor. Ortalık sessiz
olduğu için de ses acaip yankılanıyor:
"Yardım eden yokmuuu. Acilen ameliyat olmam lazım. Ameliyat ücretim için yeterli param yook.
İnsanlık öldümüü..."
Pencereye koşup baktım; 20-25
yaşlarında gösteren bir genç yardım dilenerek bağırıyor. Biraz bekleyip sağa sola bakıyor ve tekrar
aynı sözlerle bağırarak yoluna devam ediyor.
İçimdeki bir ses: Bu genç pek
hastaya benzemiyor. Bu tipler genelde üç
kağıtçı oluyorlar. İnsanların duygularını istismar ederek kazanç sağlamaya
çalışıyorlar. Yardım etmene gerek yok" diyor.
İçimdeki başka bir ses:
"Ne biliyorsun? Belki de gerçekten yardıma muhtaçtır. Ameliyat olması
gerekiyordur. Sen üç beş lira vermemek için bunun sahtekar olduğunu
söylüyorsun. Evet sahtekarlar da var ama bunu sahtekar olduğunu nereden
biliyorsun" gibi şeyler söylüyor.
Birinci ses itiraz ediyor.
İkincisi tekrar itiraz ediyordu...
İçimdeki sesler mücadele
ederken gencin sesi duyulmaz oldu. Geçen zamanla birlikte içimdeki ikinci ses adeta hücuma geçerek beni itham
etmeye devam etti.
"Bir de insanlara infakı
öğretiyorsun. Fakat ameliyat parası olmayan kimseye yardım etmemek için türlü
bahaneler üretiyorsun" Bu ve buna benzer
düşünceler (İçimdeki ikinci ses) beni esir almaya başladı.
O kadar rahatsız oldum ki “tamam
vereyim fakat nasıl bulacağım genci” diyorum, kendimi teselliye çalışıyorum. Bu arada iç alemimdeki rahatsızlı hat safhaya çıktı. “Şu genci bulup parayı versem
de kurtulsam bu rahatsızlıktan “diye düşünüyorum.
Bu düşünceler devam ederken yatsı
ezanı okununca Arslanbey camiine gittim. Havaların soğuk olması
dolayısıyle namazlar aşağı katta kılınıyordu. Baktım kapının yakınında o
delikanlı. İçimi müthiş bir sevinç
kapladı. Hemen biraz para verip farza yetişmek için camiye girdim.
Namazdan sonra (alt kat basık ve cemaati de kalabalık olduğundan) tesbih duasını beklemeden dışarı çıktım. Hemen ardımdan İsmini Sedat olarak hatırladığım eski bir öğrencim de camiden çıktı. O delikanlıyı görünce:
"Lan parayı niye
getirmedin? Hani akşama kadar getirecektin?..." gibi şeyler söyleyince ben
“hayrola ne oldu?” diye sordum. öğrencim:
"Hocam ben internet kafe
işletiyorum. Bu şahıs gelip şu kadar saat internette oyun oynadı. Parası
yetmedi.” Akaşama kadar getireyim abi” dedi. Ben de nüfus kağıdını aldım.
Akşama kadar bekledim parayı getirmedi" deyince meseleyi anladım. Meğer
onun ameliyat dediği başka bir ameliyatmış.
Yine de verdiğim para için pişman
olmadım. Çünkü o içimdeki ikinci sesin (vicdan) rahatsızlığını giderebilmek
için çok daha fazlasını verebilirdim.
Bazen ikilemde kaldığımız
zamanlar oluyor. Özellikle tanımadığımız kişiler yardım istediğinde öyle
oluyor.
İnsan şöyle düşünüyor: “Bunlara
yardım etmek istismarcıların, duygu sömürücülerin ve asalakların çoğalmasına
sebep olmaktır. Bunlara yardım edilmese bu tür istismarcılar barınamaz"
Fakat hemen içimizdeki başka
bir ses itiraz ediyor: "Ya düşündüğün gibi değilse…” diye başlayan şeyler
söylüyor. İşte o zaman içindeki ikinci sesi susturabilmek için az çok bir şeyler
veriyor insan. Fakat bunu yapmakla iyilik mi yapıyoruz kötülük mü? o da ayrı bir mesele.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder