Lafı fazla uzatmayayım. Seksenli yılların sonu
veya doksanlı yılların başıydı. Ermenistan Karabağ’ı işgal etmiş, oradaki
Müslümanları çoluk çocuk demeden katlediyor, evlerini talan ediyorlardı. Ben de
bu olaydan çok rahatsız olmuştum. Durumu çevremdeki kişilere anlatıyor, oradaki
kardeşlerimiz için neler yapabileceğimizi istişare ediyordum.
Dindar olarak tanıdığım kişilerden birine
rastladım, heyecanla olayı anlattım. Bir de ne göreyim! karşımda hiçbir şey
yokmuş gibi davranan bir kişi... Diyor ki:
-“Ne yapalım
gardaş, kader...”
- Yani...
-“Yani yapılacak
bir şey yok. Onların kaderinde bu yazıldığı için böyle oldu."
-“Sübhanallah!..
Beyefendi orada çocuklar hunharca katlediliyor, kadınlara tecavüz ediliyor…”
-“Gardaş,
kadere engel olamayız…”
-Bir "
la havle.." çekiyorum.
Çok şaşırmıştım. Bu şahsa göre, kimse sorumlu
değildi yaptığından. Cenab-ı Hak tarafından adeta senaryo yazılmış şahıslar da
zamanı gelince rollerini oynuyorlardı.(Bu görüş cebriye mezhebinin görüşünün
aynısıydı) İnsanın sorumluluğunu anlatmaya çalıştıysam da anlatamadım. Sonunda
şöyle bir örnek aklıma geldi. Dedim ki:
-Beyefendi!
Diyelim ki sen hanımın ve kızınla çarşıda gidiyorsun. Karşıdan gelen iki tane
berduş, senin yanında hanımına ve kızına laf attılar. Ne yaparsın?
Birden sinirlendi ve “öldürürüm onları” dedi.
Ben de dedim ki :
-“Beyefendi!
Kadere niye karşı çıkıyorsun. Senin eşine ve kızına laf atmak onların kaderine
yazılmışsa onların suçu ne? Onlar başka ne yapabilirler ki?
Böyle söyleyince diyecek bir şeyi kalmadı.
Bana bir şey demedi ama kader anlayışındaki sakatlığı az da olsa anladığını
tahmin ettim.
Bazı insanların gerçeği anlaması için kendi namusuna
dil uzatılması mı gerek acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder