BABASINDAN NEFRET EDEN KIZ
Yıllar önce, Tavşanlı’daki okulların birisinde 7.sınıflara ana-babaya saygıdan bahsediyordum. Kız öğrencilerimden birisi şiddetli bir şekilde tepki gösterdi. Öğrencimin anne veya babasıyla ilgili problemi olduğunu tahmin ettiğim için tepkiyi görmezden geldim. Teneffüs zamanı kendisini çağırıp tepkisinin sebebini sordum.
Hocam, dedi ben de babama saygı duymak isterim, ama … gözleri doldu, ağlamaya başladı. Ağlamasına müsaade ettim. Biraz rahatlayınca devam etti.
-Ablam … lisesinde okuyor. Annem ev hanımı. Babam sık sık alkol alır. Alkol almasına, işin maddi tarafına bir şey demiyorum. Akşamleyin yine içmiş saat 22 civarında eve geldi. Bizi salona topladı. Anneme kızıyormuş. Anneme türlü hakaretler etti bizim yanımızda. Biz annemizi korumak isteyince bu sefer bize de hakaretlerde bulundu. Sabah saat altıya kadar bizim gitmemize ve yatmamıza müsaade etmedi. Sabaha kadar hakaret ve küfürler etti anneme ve bize. Saat altıda yattım ve sabah okula geldim. Kafam kazan gibi. Annem kendi derdini unutmuş bize üzülüyor. Bu beni daha çok etkiliyor. Hocam söyleyin Allah aşkına, ben bu babaya nasıl saygı duyabilirim?
Boğazıma bir şeylerin düğümlendiğini fark ettim. Ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da gözyaşlarımı saklayamadım.
Peygamber efendimizin “İçki bütün kötülüklerin anahtarıdır." hadis-i şerifinin haklılığını bir kez daha anladım.
Bir de Kurandaki şu ayet-i kerimeleri hatırladım “Ey iman edenler! Muhakkak ki, içki, kumar, tapılmak için dikilmiş taşlar ve fal okları şeytan işi pisliktirler. Onlardan uzak durunuz." (Maide/90)
“Şeytan, içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak; Sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister..." (Maide/91)
Babasıyla yaşadığı olumsuzluk daha yeni olduğundan nasihat fayda etmezdi. Sabretmesini, sabrın neticesinin güzel olacağını söyledim. Bu dünyadaki, kendisinin sebep olmadığı olumsuzluklara sabır karşılığında Ahirette büyük mükafatlar alacağını söyleyebildim.
"MÜNAFIK" DEMEK!
MÜNAFIK
Sosyal medyada bazıları, fikirlerini beğenmedikleri kişilere kolaylıkla "münafık" diyebiliyorlar.
Bu dini açıdan çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü;
1-O kişi Allah katında münafık değilse bu çok büyük bir iftira olur
2-O kişi münafık değilse, münafıklık sıfatı söyleyen kişiye döner....
3- O kişi Allah katında münafıksa, söyleyene hiç bir faydası olmaz. Bundan dolayı sevap kazanmaz.
4- Peygamber efendimiz münafıkların özelliklerini belirttiği halde kimseye şu münafıktır dediğini bilmiyoruz. (Sadece Hz. Huzeyfe'ye (R.Anh) münafıkların listesini bir sır olarak verdiğini biliyoruz. Ki O da bunları açıklamamıştır.)
5- Ehl-i kıble tekfir edilemez.
6- Bu tür sözler İslam toplumunun içine fitne düşürür. Bu hem dini açıdan hem sosyolojik açıdan zararlıdır..
7- Beğenmediğimiz görüşler usul çerçevesinde eleştirilmelidir.
8-Sırf, İnsanlar "münafık" dedikleri için Allah Teala kimseye münafık muamelesi yapmaz.
9-Bu yazıyı yazarak ikaz görevimi yapmaya çalışıyorum.
CEZAEVİ HATIRASI
1991-93 yılları arası Din Kültürü Dersi vermek için, haftada bir kez Tavşanlı Cezaevi'ne giderdim (resmi görevli olarak). Hükümlü ve tutuklulara ders vermek için dershaneyi değil de, koğuşları tercih ederdim. Çünkü, mahkumlar, gardiyan gözetiminde dershaneye getirilseler belki beni mecburen dinlerlerdi, ama bu dersin onlara pek faydası olmazdı. Onun için,dersleri koğuşlarda işlemeyi tercih ederdim. Koğuşlara girer , masaya otururdum. Dışarıdan birinin geldiğini görünce koğuştakilerin çoğu masanın etrafına oturur, birisi çay yapar, çaylar içilirken sohbet başlar ve ben bir yolunu bulup mevzuya girer dersi sohbet formatında işlemeye çalışırdım.
Günlerden bir gün, bir siyasi partinin mitinginde yankesicilik yaparken yakalanan bir kişi de cezaevine geldi. Meğer bu kişiler, mitinglerin devamlı müşterileri olduğundan mitingleri takip ederlermiş.
Bu yankesicilikten cezaevine düşen Gaziantepli Mehmetti. Mehmet derslerimi dikkatle dinleyenler arasındaydı. Koğuşa girdiğimde hemen yanıma gelir, hoşbeşten sonra, “ hocam ben bi çay koyayım” derdi. Gel zaman git zaman Mehmet'le samimiyetimiz arttı. Bir gün dedim ki:
“ Mehmet, sen bu işlere nasıl bulaştın.”
- Hocam dedi. Ben İstanbul'da seyyar halıcılık yapardım. Antep'ten halı alır onları satar, kazancımın bir kısmını memlekete, çoluk-çocuğa gönderir, bir kısmıyla da kendi geçimimi sağlardım. Ev kiraları pahalı olduğu için İstanbul'da hemşehrilerimin kaldığı bekar evinde kalıyordum. Bir gün arkadaşlar beni bir yere götürdüler. Gittiğim yer kumarhaneymiş. Seyrederken ilgimi çekti. Ben de paramın bir kısmını yatırdım ve kaybettim. Kaybettiğim parayı tekrar yerine koyabilmek için başka paralar koydum. Bazen kazandım ama paramı eski durumuna getirebilmek için, biraz daha, biraz daha darken bir de baktım benim o ayki kazancım gitmiş. Kendi harçlığım neyse de, çoluk çocuğa da para göndermemiştim. Öbür cebimde fabrikaya ödemem gereken, halıların anaparası vardı. Halıları satmıştım. Fabrikaya parayı verip tekrar halı alacaktım. Fabrika, önceki borcu ödemeden ikinci kez veresiye vermiyordu. İçimden bir ses önceki paraları kurtarabilmem için bu paralardan koymamı söylüyordu. Öyle de yaptım. Neticede hiç param kalmayıncaya kadar bir ümitle oynadım. Sonunda ne fabrikaya göndereceğim para kaldı, ne de çoluk-çocuğa. Moralim bozuk. Dokunsalar ağlayacağım.
Ne yapacağımı kara kara düşünürken bir arkadaş beni birileriyle tanıştırdı. Tanıştığımız kişiler cepçilermiş(yankesici).”Sen bunlara biraz takıl. Paranı denkleştirince halıcılığa geri dönersin” dedi. Bu fikir cazip geldi. İşin inceliklerini öğrendim ve onlara takıldım. Hocam o başlayış, başlayış oldu ve bir daha da bırakamadık. Sonunda yakalanıp buraya geldik.
Mehmet! Dedim .Çocukların var mı?
- Ellerinden öperler hocam dört tane.,
-Peki senin burada olduğunu biliyorlar mı?
-Hayır hocam onlar beni İstanbul'da sanıyorlar…
Kur’an'daki şu ayet geldi gözlerimin önüne “Şüphesiz ki, içki, kumar, tapılmak için dikilmiş taşlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durunuz."
Ayetteki vurguya dikkat ettiniz mi? “Uzak durunuz."
Demek bu tür şeylerin yakınında bulunmak tehlikeli bir uçurumun yanında bulunmak gibi bir şeymiş, ne zaman içine düşeceğin hiç belli olmazmış.
PEJMÜRDE ELBİSELİ ADAM
Önceki yolculuklardan tecrübem vardı. Dışarıdan biri gelince insanlar genelde üç kişi de olsalar oturuşunu değiştirmiyorlardı. Tabi numarasız yolcular oturacak yer bulamazsa koridorda ayakta gitmek durumunda kalıyorlardı. Yer arayanların bazıları, “Bak kardeşim boş yer var” dese bile, utanmadan” lavaboya gitti, gelecek” gibi sözler söyleniyor, perdeler çekiliyor ve rahatsız edilmemek için kapıya arkadan zincir takılıyordu. Kapıyı vuran olursa “dolu..” diyerek kapı açılmıyordu. Böyle durumlarda empati yapar ve rahatsız olurdum çünkü sevgili Peygamberimiz:
"Sizden
biriniz kendisi için sevdiği istediği şeyleri din kardeşi için de istemedikçe
(olgun) mü'min olamaz". Buyurmuştu
Ayrıca,
yalan söylemeyi dinimiz kesinlikle yasaklamıştı. Oysa bu insanlar kendileri
biraz rahat oturabilmek için yalan söylüyorlar ve başka yolcuların soğuk
koridorda ayakta yolculuk yapmalarına razı olabiliyorlardı.
Tiren Eskişehir'de durduğunda inenler binenler oldu. Ayaktaki yolcular kompartımanlara bakıyor ve yer arıyorlardı. Bulunduğum kompartımanda üçerden altı kişi bulunuyorduk. İçeri biraz pejmürde giysileri bulunan, 65 yaşlarında gözüken bir bey girdi. Yer olup olmadığını sordu. İçeridekiler “dolu” falan derlerken ben hemen sıkışarak “buyurun” dedim, diğerleri itiraz edemediler.
Yolda
giderken biraz hal hatır sordum. Yer gösterdiğim için o bey memnun olmuştu.
Hayatını kısaca anlattı. Dinlediğimde şaşkınlık yaşadım.
Gençliğinde subaymış. Komutanı bunu çok sevdiği için kızıyla evlendirmiş. Dört tane çocukları varmış. Eşini ve çocuklarını çok seviyormuş ve birlikte çok mutluymuşlar. Van’da görev yaparken ailesiyle birlikte Van’da (veya ilçelerinde) yaşıyormuş. Görev için başka bir ildeyken orada deprem olmuş. Döndüğünde eşinin ve çocuklarının hayatını kaybettiğini görmüş.
“İşte o
gündür bu gündür böyleyim” dedi.
"Başınız
sağ olsun" dedim. "Sizler sağ olun" dedi.
Lokman suresinin son ayetindeki bilgileri düşündüm.
“…Hiç kimse
yarın ne kazanacağını (başına neler geleceğini)bilemez.
….Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.
ŞEYTAN SİZİ FAKİRLİKLE KORKUTUR.
Tanıdığı, maddi imkanları pek de iyi sayılmayan güzel ahlaklı bir kişi, hastahaneye yatar.Bizim arkadaş bu güzel ahlaklı ve fakir kişinin hastanede yattığını duyunca,bu kişinin hastalıktan dolayı epeydir çalışamadığını düşünür ve içindeki merhamet duyguları coşar. Kendi kendine ertesi günü hastaneye gidip hem ziyaret etmeyi hem de yüz lira bırakmaya karar verir.
Ertesi günü kalkıp bu olayı hatırladığında yüz liranın çok olduğunu söyler içindeki ses, ve elli lira vermesini söyler. Elli lirada karar kılan arkadaş, öğleden sonra hastaneye giderken, başka yerlere de verilmesi gereken paraları hatırlar birden, ve hastaneye vardığında cebinden ancak yirmi lira çıkar.
Arkadaş bunları anlattığında, Bakara suresindeki 268. ayet aklıma geldi
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder."(Diyanet Vakfı Meali)
Gerçekten de bir yere infak edeceğimiz zaman içimize çeşitli olumsuz duygular gelerek bunun engellenmeye çalışıldığını, engellenemez ise azaltılmaya çalışıldığını bir çoğumuz yaşamışızdır.
Ben acizane şeytanın bu hilesine karşı şöyle bir metot geliştirdim. Bir yere yardım konusunda bir karar vermişsem, daha sonra da içimde, onu azaltacak şeyler (vesvese) hissedersem. ” Bu konu kapanmıştır. Alış-veriş bitti” diyorum bu mevzuyu müzakereye kapatıyorum.
Başka bir tecrübem de şudur: Şayet yapacağımız şey İnfak değil de israf ise, yapacağımız harcama destekleniyor. Mesela bin liralık bir şey almaya karar vererek mağazaya gidiyorsunuz. Mağazaya vardığınızda daha lüksünü görüyorsun. İçindeki ses “ al ödersin” diyor. Yani infaktaki ses ile israftaki ses farklı şeyler söylüyor.
Hadis-i Şerif kitaplarında Peygamber Efendimizin şöyle dua ettiği bize bildirilir:
“Allah'ım! acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve düşkün ihtiyarlıktan sana sığınırım.”
SÖZÜN DOĞRULUĞU, SÖYLEYENE GÖRE DEĞİŞİYOR MU?
ÖĞRENCİLERİ, ÖĞRETRETMENLER Mİ EĞİTİYOR?
ÇOCUKLARA DÜRÜSTLÜK EĞİTİMİ
• Balık denizde oltaya takılı olarak kalsın. İki saat sonra çıkaralım. Böylece kurallara da uymuş gibi oluruz.
• Bu yasak balığın üremesinden dolayı konuldu. Bu balık üreyebildiği kadar üremiştir zaten. Bu son iki saatte bunun üremesi olmaz. Balığı,(iki saatliğine) gelip geçenin görmeyeceği bir yere koyalım ki problem olmasın.
• Yasaklar çiğnenmek içindir. Kim görecek. Zaten iki saate kadar yasak kalkıyor.
•O balığı derhal geri bırakmalısın. Çünkü daha yasağın kalkmasına iki saat var.
Babası gözlerinde ve konuşmasında en küçük bir tereddüt göstermeden
Saatine bakar ve “Niye soruyorsun ki, tabi ki bırakacaksın. Yasağın kalkmasına daha iki saat var. Bunu sorduğuna şaşırdım” der ve işine koyulur.
Çocuk istemeyerek balığı suya bırakır.
Fakat bu olay, O’nu hayatı boyunca etkileyen, çok güzel bir ders olmuştur.
Diyor ki bu mühendis bey:
"Hayatta bazen karşılaştığım olaylarda tereddüt geçirdiğimde hemen babamın bu davranışı aklıma gelir ve doğru olanı tercih ederim."
Neticede bu çocuk büyüdüğünde başarılı bir mühendis olur.
Kur’an-ı Kerimde bizim doğru olmamız istenir.(Hud/112). Ayrıca doğrularla beraber olmamız istenir (Tevbe 119).
Bu olaydan doğrularla beraber olun ayetinin hikmetini daha iyi anlayabiliyoruz.
Bu vesile ile Peygamber efendimizin şüpheli şeylerden kaçınmakla ilgili tavsiyesini de hatırlamış olalım.(Buhari-Müslim)
İyi insan olmak, ve "iyi insan" yetiştirmek çok özen gerektiriyor.
LEŞ YİYEN YIRTICILAR VEYA ...
Gıybet; bir kişinin hakkında(o kişi orada yokken) olumsuz şeyler konuşmaktır. Bu konuşulan şeyler doğruysa gıybet, doğru değilse iftiradır.
BİR İHTİYACIN VAR MI?
Bir keresinde hastaneye hasta ziyaretine gitmiştim. Ziyaret esnasında başka bir ortak tanıdığımızın da hastanede olduğunu öğrendim. Bu vesile ile onu da ziyaret edip gönül alalım istedik.
O an beynimde şimşekler çaktı. Bu kişi bildiğim kadarıyla sağlıklı olduğu ve iş bulup çalıştığı zamanlarda bile ihtiyaçlarını zor karşılayan birisiydi. Amelelikle geçindiği için düzenli bir işi yoktu ve kış günleri genelde inşaatlarda iş fazla bulunmuyordu. Bu şahsın ihtiyacının olmaması imkansızdı. Çoluk çocuğu var ve evi kiraydı.
Sonra empati yaptım, kendimi o şahsın yerine koydum. İhtiyacım çok da olsa, birisinin, "bir ihtiyacın var mı" sorusuna nasıl cevap verirdim? Aynı o şahıs gibi teşekkür eder ve "ihtiyacım yok "derdim.
Düşündüm ki aynı hataları kendim de yapıyorum. Maksat gönül almaktı. Ama acaba gönül alınıyor mu yoksa, kırılıyor muydu?
Böyle bir şahsın ihtiyacı olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yok aslında. Çünkü durum ortada. Bunu bile bile, kişiye ihtiyacının olup olmadığını sormak adamı incitirdi.
Veya yerel bir hayır kurumuna başvurup emanet o şahsa ulaştırılabilir. O şahıs yardımın kurumdan geldiğini düşündüğü için daha rahat kabul eder.
MANŞET!
BIÇAĞI KARNINA Bİ SAPLARSAM...
Karşılaştığım ibretlik olayları pek unutmam. Kendimce ders çıkarmaya çalışırım. Bu gün, yaşadığım ibretlik (veya öyle algıladığım) bir olayı...