GÖZ KAPAKLARI - 2 (HATIRALARDAN)

 Önceki yazımda göz kapaklarımızın günde on bin kez civarında kapanıp açılarak gözlerimizi temizlediğini ve bunun ömür boyu devam ettiğini yazmıştım.

Bu gün ise göz kapaklarımızla ilgili başka bir şey anlatmak istiyorum:

 Yıllar önce bir dostumuzun Kütahya Evliya Çelebi Devlet Hastanesi göz servisinde yatmakta olduğunu haber alıp kendisini ziyarete gitmiştim.

 Geçmiş olsun deme, hal –hatır sorma  muhabbetinden sonra, “ Hayrola abi nedir seni buraya getiren şey” dediğimde şuna benzer konuşmalar geçti aramızda:

-Ali hocam benim gözlerin yağı azalmış.

*-Abi gözün yağı da mı oluyormuş.

-Ben de yeni öğrendim. Gözlerim acımaya başlamıştı. Epey rahatsızlık vermeye başlayınca doktora gittim. Doktorun anlattığına göre göz kapaklarımız gözlerimizi temizlemek için kapanıp açılırken, gözlerimizi temizlemek için bir miktar sıvı da salgılanırmış. Bu sıvının içerisinde bir miktar da yağ bulunurmuş ki bu kayganlığı artırarak kapakların göze zarar vermesini önlermiş. Benim gözlerin yağı azalınca gözler biraz tahriş olmuş ve enfeksiyon kapmış. Şimdi gözlere yakın yerlerden iğne yaparak tedavi uyguluyorlar.

Tabi bunları duyunca  hayretler içerisinde kaldım.

Ziyaretten sonra bu olayı düşünürken kendi kendime şunları düşündüm.

İnsanoğluna yaratıcısı tarafından görebilmesi için (çok komleks bir yapısı olan) gözler verilmiş. Bu göz dediğimiz organların görebilmesi için beyinde ve beyinle gözler arasında bir sistem yapılmış. Bu çok hassas yapısı olan gözlerimizin korunması ve temizlenmesi için göz kapakları yapılmış. Bu kapaklara ömür boyu çalışabilecek kas ve sinir sistemi yapılmış. Kapanıp açılırken gözleri temizlemesi ve kayganlaşması açısından sıvı ve yağ salgılayan bir sistem yapılmış.

 İşte bu sistemdeki yağ azalınca kapaklar gözleri çizmeye başlıyor ve gözler enfeksiyon kapıyor. Yağ sistemi tedavi edilmez ise gözleri kaybetme riskiyle karşı karşıya kalıyorsun. Yani mükemmel bir sistem var ve bu sistemde en küçük aksaklık bütün sistemi işlevsiz hale getiriyor. 

Daha sonra bu göz yağı meselesini araştırdım. Bu yağın oranı çok önemliymiş. Biraz fazla yağ salgılandığında görüşü engelliyormuş. Normalden biraz az salgılanınca da kapaklar gözlere zarar veriyormuş.

Bu mükemmel ve hassas sistem karşısında bir mümin olarak Yaratıcımızın  nimetlerini itiraf ederek ve O’nun yüceliğini tekrar hatırlayarak; Can u gönülden “Sübhanallah”,”Elhamdülillah”  “Allahu ekber”,  diyoruz.

GÖZ KAPAKLARI-1 için tıklayabilirsiniz

http://www.aliuslu.net/2021/10/goz-kapaklari.htm

GÖZ KAPAKLARI -1

   Sabahleyin kalktığımda aynaya bakarken göz kapağımda önemsiz bir şişlik olduğunu fark ettim. Oraya bakarken düşüncelerim göz kapağı üzerinde yoğunlaştı. Göz kapaklarımızın işlevleri üzerinde düşündüm.

Göz kapaklarımız ve ucundaki kirpiklerimiz bizim güzel görünmemizi en azından bakanların rahatsız olmamasını sağlıyor.

Ayrıca, herkesin bildiği gibi gözlerimizi onlara zarar verebilecek şeylere karşı koruyor. Güneşe karşı koruyor. Toza karşı koruyor. Yüzümüzü yıkarken kapanıyor. Hatta gözümüze bir şey gelirken bizim irademiz dışında kapanıyor. Mesela, parmağımı aniden gözüme yaklaştırdığımda refleks olarak göz kapağım kapandı.

Bunların yanında gözlerimiz çok hassas oldukları için çok kısa aralıklarla temizlenmesi gerekiyor. Bunun için göz kapaklarımız kısa aralıklarla kapanıp açılıyor.

Acaba göz kapaklarımız günde kaç kez kapanıp açılıyor diye merak edip araştırdım. Ortalama 4-6 saniyede bir göz kırpması meydana geliyormuş. Bu da dakikada 10-12 kez kapanıp açılması demektir. Bu kırpma işlemi çok kısa zamanda olduğu için de görmemize bir engel teşkil etmiyormuş.

Uyku saatlerimizi çıkardığımızda günlük yaklaşık 10 000 (on bin) kez göz kapaklarımız kapanıp açılarak gözlerimizi temizler imiş. Tabi bu işlem istemsiz olarak bizim irademiz dışında olurmuş. Düşünüyorum da bu iş bizim irademizle olacak olsaydı her altı saniyede düşüncemizi bu işe yoğunlaştırmamız gerekirdi.

Bir günde 10 000 kez kapanıp açılan göz kapaklarımız ömür boyu bu işlemi kaç kez tekrar ediyor bunu hesaplayabilirsiniz.

Dikkatimi çeken bir başka nokta ise, ömür boyu her 4-6 saniyede tekrarlanan bu sistemin sağlamlığı ve dayanıklılığı. Ben şimdiye kadar göz kapakları arızalanmış sadece bir ihtiyar gördüm. Baktım benimle konuşurken ara sıra parmağıyla göz kapaklarını kaldırıyordu. Durumu sordum. Göz kapakları kapanıyormuş da açılmada problem yaşıyormuş (yarım açılıyormuş.)Daha net görebilmek için parmağıyla takviye yapıyormuş. O zaman şöyle düşünmüştüm. "Ya göz kapaklarımız sık sık arızalansaydı ve açabilmek için devamlı elimizle destek olmak durumunda olsaydık?" Çok sıkıntılı bir durum olurdu değil mi?

Düşünelim!

Bizler, göz kapaklarımız için ve bize hiç meşakkat vermeden ömür boyu -uyku zamanı hariç- milyonlarca kez hiç ara vermeden kapanıp açılma nimeti için şükrettiğimiz oldu mu acaba?

İki ayet-i kerime geldi hatırıma:

"O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?" (Rahmân /21)

"Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür /8)Ey bizleri sayamayacağımız kadar -bildiğimiz ve bilmediğimiz- nimetlerle donatan Rabbimiz!Verdiğin tüm nimetler için sana hamd ve şükür ediyorum.

Allah'ım! göz kapaklarımın kapanıp açılması adedince ve meydana gelen faydaları adedince sana ayrıca şükrediyorum. Bizleri nimetlerin farkına varan bahtiyar müminlerden eyle.

HATIRLATMA

 Allah'a ve Ahiret Gününe inandıklarını söyleyen kardeşlerime bir hatırlatmadır!

Bizleri biz yapan en önemli şey imandan sonra, haram – helal sınırlarına riayet etmemizdir. Bu hassasiyetimiz kaybolduğunda ise bizler hızla biz olmaktan çıkıyoruz demektir.

Bizler "biz" olmaktan çıktıktan sonra ise adımız Yusuf olsa ne olur, Jozef olsa ne olur. Davut olsa ne olur, Deyvit olsa ne olur.

Peygamberimize olan inancımız, O’na olan sevgimiz , O’nun tebliğ ettiği yasaklardan bizi uzaklaştırmıyorsa, ismimiz Muhammed olsa ne olur; Maykıl olsa ne olur.

Yaşantımız, eğlencelerimiz, düğünlerimiz, giyinişimiz, ahlakımız Hz Hatice’ye, Hz. Fatıma’ya değil de Gayr-i Müslimlere benziyorsa adımız Meryem olsa ne olur, Maria olsa ne olur.

Uyarı 2:

Biliyorum kişinin çocukları, anne-babanın hilafına gayr-i İslami bir hayat tarzını benimseyebilirler. Bu konuda ana-babanın yapacağı pek bir şey olmayabilir. Fakat çocuklarının hatırı için onların istedikleri (dinimizin müsaade etmediği) şeylere maddi ve manevi destek veren, bu konuda Allah’ın hatırını es geçen büyükler bu vebale ortaktırlar.

Yine biliyorum ki bu uyarı bir çok kimse için hiçbir anlam ifade etmeyecek, hatta bazılarınca alaylı bir gülümseme vesilesi olacaktır.

Peki bunları bildiğim halde niçin yazdım, işte cevabı:

“A’raf suresi 164. ayetin bizlere yüklediği sorumluluktan dolayı ve 165. Ayette belirtilen kurtulanlardan olabilmek ümidiyle yazıyorum.

İşte ayetler:

“Hani onlardan bir topluluk demişti ki: "Siz Allah'ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?" Onlar da, "Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.” A'râf : 164

“İşte böylece onlar kendilerine yapılan uyarıları göz ardı edince biz de kötülüğü önlemeye çalışanları kurtardık, haksızlığa sapanları da yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü dehşetli bir azap ile cezalandırdık.” A'râf : 165

“Kendilerine yasak edilen şeyler karşısında küstahça diretince onlara, "Aşağılık maymunlar olun!" dedik.” A'râf : 166.

Allah ve Rasulünün yasaklarını dikkate almayanların benliğini kaybederek karakter olarak maymunlaşma durumuna (taklitçilik hastalığına) yakalanma riski olduğunu da 166. Ayetten anlayabiliyoruz.

Rabbim nefsimizi ve neslimizi ıslah eylesin.

Ali USLU

AMELİYAT PROSEDÜRÜ

2012 yılı temmuz ayının son haftasıydı. Annem telefonda, babamın düştüğünü ve kalkamadığını, komşuların yardımıyla yatağa getirebildiklerini söyledi. Hemen köye gittim. Normalde ağrısı yoktu fakat az bir hareket ettirme durumunda müthiş ızdırap çekiyordu. Baktım arabaya bindirmek mümkün değil, ambulans çağırarak Tavşanlı hastanesine getirdim. Muayene, röntgen vs. neticesinde kalça kemiğinin kırık olduğu, ameliyat olması gerektiği söylendi.

Babam aynı zamanda kalp hastası olduğundan narkozun büyük risk olduğu, belden aşağı uyuşturularak yapılması gerektiği bildirildi. O arada bir görevli kız geldi. Babama dedi ki:

-Bak amca!

Biliyorsun her ameliyatın riski vardır.

-Evet

-Yaşlılarda ameliyat daha risklidir. (76 yaşındaydı)

-Evet.

-Sizde kalp rahatsızlığı varmış. Kalp hastalarında daha risklidir.

Ameliyatı kabul ediyor musun?

(Bu sorulara muhatap olan kişinin zaten düşük seviyedeki morali daha da bozulur ve "büyük ihtimalle öleceğim" diye düşünür değil mi?)

La havle... çektim.

Görevliye dedim ki:

-Hanımefendi! Bu kalça kırıklığının ameliyattan başka çaresi var mı?

-Yok.

-Mesela ameliyatla üç ayda düzelir, ameliyatsız üç senede falan düzelir diyebilir miyiz?

-Hayır

-Peki ameliyat olmazsa ne olur?

-Büyük ihtimalle pıhtı atar felç olur veya ölür.

-Pıhtı atmazsa?

-O zaman yatalak kalır.

-Kardeşim ameliyattan başka bir ihtimal yoksa niçin ameliyatın bu kadar riskli olduğunu detaylarıyla anlatıyorsunuz?

-Prosedür böyle.

Sebebini soruyorum. Şuna benzer şeyler söylüyor: “İşte bazen şikayet ediyorlarmış da onun için böyle bir prosedür yapmışlar.”

“Sübhanallah! Bir kaç problemli kişi yüzünden binlerce kişiye böyle bir uygulama yapılır mı? Bu prosedürü hazırlayan kişi ya hiç ameliyat olmamıştır veya birinci dereceden bir yakını ameliyat olmamıştır. Veya insan psikolojisini hiç bimiyor ve sağlıktan anlamıyordur.” diye düşünüyor insan.

Detaylarıyla anlatılacaksa yakınlarına detaylı anlatıp onlardan imza alınabilir. Zaten hasta vefat ettikten sonra yakınları şikayette bulunurlar. İlla hastaya sorulup imza alınacaksa uygun bir uslupla da yapılabilir. Mesela şöyle denilebilir:

“Bakın beyefendi! Hayatın her alanında risk vardır. Mesela yola çıkarsınız araba çarpabilir, yolda başınıza bir cisim düşebilir. Hiçbir şey yokken tansiyonunuz çok yükselir veya düşebilir. Bu sebeple bayılıp düşebilirsiniz. Ayağınız burkulup sendeler bir yerlere çarpabilirsiniz. vb. Ameliyatın da elbette az da olsa riski vardır. Bunun için imza almamız gerekiyor. Görevimiz gereği bunu yapmak zorundayız. Ameliyat olmayı kabul ettiğinize dair şuraya imza atabilir misiniz?”

Zaten ameliyata girecek kişi ve yakınları bunun az çok risk taşıdığını bilir ve bunu kabul etmişlerdir.

Kendi kendime düşünüyorum: "Yahu böyle prosedür mü olur. Bu kadar detaylı anlatılıp kişinin morali bozulur mu. Hastaya moralin çok önemli olduğunu en iyi sağlıkçılar bilir."

Şimdi babamın yerine kendinizi koyun. Size bu ameliyatın ne kadar riskli olduğu detaylarıyla söylense ne yapardınız?

Neyse biz babamın kalp doktoruyla görüştük. Hem onun gözetiminde hem de tercih edeceğimiz bir ortopedist olması dolayısıyla ameliyatı Kütahya Anadolu Hastanesinde yaptırmaya karar verdik.

Orada da noktasından virgülüne kadar aynı prosedür karşımıza çıktı.

"Bak amca ameliyat risklidir biliyorsun. yaşlılarda daha fazla risklidir, siz kalp hastasıymışsınız kalp hastalarında daha fazla risklidir, Ameliyat olmayı kabul ediyor musun?

Oradaki görevliye bir şey demedim bile. La havle çektim ve sustum.

Sıramız geldiğinde ameliyata girdi. Narkoz yüksek riskli olduğu için belden uyuşturuldu. Ameliyat sırasında doktorların telaşla girip çıkmasından işkillendim. “Tansiyonu düştüğü için sıvı vermek durumunda kaldıklarını ve yoğun bakımda müşahede altına almaları gerektiğini söylediler.”

Yoğun bakıma çıkarken asansörde eşlik ettim. Babama durumunun nasıl olduğunu sordum. “Ben bir şey duymadım oğlum”(acı hissetmedim) dedi.

Yoğun bakımda biraz kaldı orada fenalaştığını söylediler ve vefat etti.

O zamandan beri aklıma hep şu soru takılıyor. Ameliyat olmasından başka çaresi olmayan yaşlı ve kalp hastası babama bu kadar detaylı risk haritası çıkarılmasının ve bunu yüzüne söylenmesinin ameliyat sırasında tansiyonunun düşmesine etkisi olmuş mudur?

Etkisi olduysa bunun adı nedir?

Göçenlerimizi geri getiremeyiz, fakat bu uygulama halen bu şekilde devam ediyorsa üzerinde tekrar düşünülsün diye yaşadıklarımızı paylaştım.

Rabbim tüm sağlıkçılarımıza güç kuvvet versin. Vefat eden geçmişlerimize rahmetiyle muamele eylesin.

 

KÜÇÜK ÇOCUKLARI NAMAZA ALIŞTIRMA

OKUL ÖNCESİ VEYA İLKOKULDA ÇOCUĞU OLANLAR İÇİN GÜZEL BİR ÇALIŞMA..!

İstanbul Üniv.İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilimdalı'ndan Yrd.Doç.Seyyid Ali Bey'in uygulaması..(Kendi ağzından)

"kızımın 7 yaşına girdiği gün 'namaza başlama günü'yaptık ve o günü kutladık. (O güne kadar doğum günü kutlaması yapmadık)

Hem Anneanne,hem de Babaanne'nin evinde ayrı ayrı ikramlar, hediye takdimleri oldu.

 UYGULAMA:

Çocuk bu yedinci yaşında (yıl boyu) sadece bir vakit kılıyor.

8.yaşında yeni bir merasimle bu,iki vakte çıkıyor.

9.yaşında dört vakte..

10 yaşına girdiğinde artık beş vakti oturmuş bir mü'min halini alıyor.."

Rabbımız mübârek etsin..Nefislerimizi ve nesillerimizi her türlü fitneden muhafaza buyursun...âmîn

 


ARAKADAŞLARINDAN DEVAMLI ŞİKAYET EDEN BİR KIZ ÖĞRENCİM.

 İlk öğretim okullarında çalıştığım dönemlerde sınıf rehber öğretmenliğini de yaptığım 6.sınıflardan bir kız öğrencim her hafta bir kaç kez arkadaşlarından şikayete geliyordu. Şikayet  konularının çoğu basit problemlerdi. Veya hiç problem edilmeyecek şeylerdi.

Mesela:

Öğretmenim!

-Yanımdaki arkadaşın kolu benim tarafıma geçiyor.

-Öndeki arkadaşın saçları benim masaya değiyor.

-Arkadaki arkadaş ayakları benim sıraya koyuyor”  tarzında şikayetler. Aslında bu anlatılan şeyler sınıf ortamında her zaman olma ihtimali olan şeylerdir.

Baktım şikayetlerin ardı arkası kesilmiyor. Boş bir zamanımda öğrenciyi çağırıp biraz sohbet tarzı konuştum. Sohbet esnasında  Ailesini, akrabalarını, komşularını da sordum.

Öğretmenim biz halamlarla küsüz bize şöyle yaptılar. Biz dayımlarla küsüz bize şunları yaptılar.

Biz babaannemlerle küsüz bize haksızlık yaptılar. vb

Anladım ki kızın ailesinin akrabalarıyla araları iyi değil.

Komşularını sordum.

Öğretmenim! Biz aşağı kattaki komşumuzla küsüz bize şunları dediler.

Üst komşumuzla küsüz bize şunu yaptılar.

Daha fazla soru sormaya gerek kalmadı. Sorsam mahalledeki kimlerle küs olduklarını da anlatırdı muhtemelen.

Öğrencimin anlattıklarında dikkatimi çeken şey ona göre bu problemlerin hepsinin sorumlusu akrabaları ve komşularıydı. Anladığım kadarıyla aile kendi aralarındaki konuşmalarında bu şekilde anlatıyorlardı. Ailenin akraba ve komşularıyla yaşadıklarını öğrencimiz sınıfa yansıtıyordu. Sınıfa yansıması da öğrencimiz arkadaşlarıyla problem yaşadığında hep arkadaşları haksız bu haklıydı.

Bu olayı niçin anlattım. Aile olarak yaşadığımız  problemlerin bazıları sadece bizimle kalmayıp miras/davranış olarak çocuklara da yansıyabiliyor. Bu kız öğrencimiz eğer kendi kendine veya bir yardım alarak durumunu düzeltemedi ise ilerisini tahmin etmek hiç de zor değildir.

Eğer evlenirse, muhtemelen basit sebeplerle kaynanası, görümcesi, eltisine küsecek ve hep onları haksız olarak görecektir.

İş hayatına atılırsa hep arkadaşlarını, amirini memurunu vb. haksız görecektir.

Peygamber efendimiz "Mümin başkalarıyla iyi geçinir, kendisiyle de iyi geçinilir. Geçimsiz kişilerde hayır yoktur." mealindeki hadisiyle bizleri uyarmıştır.

Başkalarıyla iyi geçinmek bazı fedakarlıklar gerektirir. Geçim ehli kişiler büyük problemleri küçültürler, küçükleri görmezden duymazdan gelirler. Geçimsiz kişiler ise tabiri caiz se pireyi deve yaparlar.

 


PEYGAMBER EFENDİMİZİN ÖVÜLMESİ

"Muhammed" İsminin manası “ yer ve gök ehlince övülen” kimse demektir. Rivayetlere göre Peygamberimiz doğmadan annesi ve dedesine doğacak çocuğa Muhammed isminin verilmesi rüyalarında bildirilmiştir.

Peygamber Efendimizin övüldüğü ayetlerden bazıları:

"Sen elbette üstün bir ahlâka sahipsin."( Kalem : 4: Kuran Yolu Meali-DİB)

"(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." ( Enbiyâ : 107)

"Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.

Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik)”. (Ahzâb : 45-46)

Yer ve gök ehlinin övdüğü, Allah Teala'nın Kuran'da methettiği, meleklerin ve mü'minlerin salat u selam getirdiği Peygamber Efendimizin doğumu hepimiz için tekrar sevinç kaynağı olsun. Mübarek olsun.

YARDIM EDEN YOKMUUU?

 Zannedersem 2004 yılıydı. Sadık Pembe caddesinde, Kalemli Sağlık Ocağı civarında bir dairede oturuyordum. Akşam ile yatsı arası, dışarıdan yardım dileyen yüksek perdeden bir ses geliyor. Ortalık sessiz olduğu için de ses acaip yankılanıyor:

"Yardım eden yokmuuu.  Acilen ameliyat olmam lazım.  Ameliyat ücretim için yeterli param yook. İnsanlık öldümüü..."

Pencereye koşup baktım; 20-25 yaşlarında gösteren bir genç yardım dilenerek bağırıyor.  Biraz bekleyip sağa sola bakıyor ve tekrar aynı sözlerle bağırarak yoluna devam ediyor.

İçimdeki bir ses: Bu genç pek hastaya benzemiyor.  Bu tipler genelde üç kağıtçı oluyorlar. İnsanların duygularını istismar ederek kazanç sağlamaya çalışıyorlar. Yardım etmene gerek yok" diyor.

İçimdeki başka bir ses: "Ne biliyorsun? Belki de gerçekten yardıma muhtaçtır. Ameliyat olması gerekiyordur. Sen üç beş lira vermemek için bunun sahtekar olduğunu söylüyorsun. Evet sahtekarlar da var ama bunu sahtekar olduğunu nereden biliyorsun" gibi şeyler söylüyor.

Birinci ses itiraz ediyor. İkincisi tekrar itiraz ediyordu...

İçimdeki sesler mücadele ederken gencin sesi duyulmaz oldu. Geçen zamanla birlikte içimdeki ikinci ses adeta hücuma geçerek beni itham etmeye devam etti.

"Bir de insanlara infakı öğretiyorsun. Fakat ameliyat parası olmayan kimseye yardım etmemek için türlü bahaneler üretiyorsun" Bu ve buna benzer  düşünceler (İçimdeki ikinci ses) beni esir almaya başladı. 

O kadar rahatsız oldum ki “tamam vereyim fakat nasıl bulacağım genci” diyorum, kendimi teselliye çalışıyorum. Bu arada iç alemimdeki rahatsızlı hat safhaya çıktı. “Şu genci bulup parayı versem de kurtulsam bu rahatsızlıktan “diye düşünüyorum. 

Bu düşünceler devam ederken yatsı ezanı okununca  Arslanbey camiine gittim. Havaların soğuk olması dolayısıyle namazlar aşağı katta kılınıyordu. Baktım kapının yakınında o delikanlı.  İçimi müthiş bir sevinç kapladı. Hemen biraz para verip farza yetişmek için camiye girdim.

Namazdan sonra (alt kat basık ve cemaati de kalabalık olduğundan) tesbih duasını beklemeden dışarı çıktım. Hemen ardımdan İsmini Sedat olarak hatırladığım eski bir öğrencim de camiden çıktı. O delikanlıyı görünce:

"Lan parayı niye getirmedin? Hani akşama kadar getirecektin?..." gibi şeyler söyleyince ben “hayrola ne oldu?” diye sordum.  öğrencim:

"Hocam ben internet kafe işletiyorum. Bu şahıs gelip şu kadar saat internette oyun oynadı. Parası yetmedi.” Akaşama kadar getireyim abi” dedi. Ben de nüfus kağıdını aldım. Akşama kadar bekledim parayı getirmedi" deyince meseleyi anladım. Meğer onun ameliyat dediği başka bir ameliyatmış.

Yine de verdiğim para için pişman olmadım. Çünkü o içimdeki ikinci sesin (vicdan) rahatsızlığını giderebilmek için çok daha fazlasını verebilirdim.

Bazen ikilemde kaldığımız zamanlar oluyor. Özellikle tanımadığımız kişiler yardım istediğinde öyle oluyor.

İnsan şöyle düşünüyor: “Bunlara yardım etmek istismarcıların, duygu sömürücülerin ve asalakların çoğalmasına sebep olmaktır. Bunlara yardım edilmese bu tür istismarcılar barınamaz"

Fakat hemen içimizdeki başka bir ses itiraz ediyor: "Ya düşündüğün gibi değilse…” diye başlayan şeyler söylüyor. İşte o zaman içindeki ikinci sesi susturabilmek için az çok bir şeyler veriyor insan. Fakat bunu yapmakla iyilik mi yapıyoruz  kötülük mü? o da ayrı bir mesele.

 


ŞEYTANIN İKİ TUZAĞI; FAHŞÂ VE MÜNKER

 

Bu gün Nur suresini okurken birkaç ayet daha fazla dikkatimi çekti. O ayetlerden birisi şu ayet:

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o,fahşayı (her türlü ayıp ve ahlaksız şeyleri) ve münkeri (dinin ve aklın kötü gördüğü şeyleri) emreder. Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.”( Nûr : 21)

Bu ayeti düşünürken aklıma gelen soru şuydu. Şeytanın eskiden beri kullandığı fahşa yı (her türlü ahlaksızlığı) telkin etmesi teknolojinin yaygınlaşmasıyla nasıl bir hal almıştır? Biz şeytanın ve adamlarının kullandığı bu tuzaklara karşı ne kadar korunaklıyız?

Her ne adla olursa olsun çıplaklığın özendirilmesi, porno vb yayınlar, ahlaki yapıyı zayıflatan ve ahlaksızlığı normalleştiren her türlü programlar, hatta kadın bedeninin kullanıldığı reklamlar, nikahsız beraberliklerin özendirilmesi ve daha pek çok şey bu "fahşa" kavramının kapsamına girmektedir.

İkinci olarak şeytan ve adamlarının en çok kullandığı tuzak münkeri (dinin ve selim aklın kötü gördüğü) şeyleri yaygınlaştırmak imiş.

Özellikle sosyal medya vasıtasıyla çeşitli yalan ve hilelerle bu konuda bir çok kişinin kafası karıştırılabiliyor, münkerat özendirilebiliyor.

Yukarıda saydığımız iki şey (fahşa ve münker) konusunda kendilerine ölçü koymayanların çoğu bunları özgürlük adı altına yaptıklarını zannetseler de, aslında şeytanın tuzağına düştüklerini rahatça söyleyebiliriz.

Ayetin son bölümünden anladığımız kadarıyla bunlardan korunabilmenin yolu, Allah Teala’ya sığınmak aklımızın erdiği kadar bu tür tuzaklara karşı dikkat etmek ve uzak durmaktır.

 

CİMERE ŞİKAYET MEVZUSU

ÖĞRETMENİ CİMERE ŞİKAYET ETMEDEN...

Dün bir öğretmen arkadaşla çay içelim dedik. Arkadaşın canı biraz sıkılmış. "Hayrola" dedim.

"Bir veli CİMER’e şikayette bulunmuş" dedi.

Arkadaşı öncelerden tanıyorum. Tecrübeli ve uyumlu bir kişi olduğundan önemli bir şey olmadığını tahmin ettim.

"Mesele neymiş" dedim, anlattı:

“Veli toplantısında devamsızlıkla ilgili şeyler söyledim. Birinci sınıflarda devamın öğrenci açısından önemini anlattım. İzin almanız gerektiğinde okul idaresinden izin alınması gerektiğini anlattım. Bana da haber verirlerse ben de öğrenci hakkında bilgi sahibi olmuş olurum. iyi olur” dedim.

“Öğrenci velisi, muhtemelen eksik anlamış. Bazen telefon edip çocuklarının (iki çocuk) hasta olduğunu, okula gelemeyeceklerini söylüyordu. Ben de tamam diyordum. Muhtemelen e okuldan çocuklarının devamsızlığını görünce "ben öğretmene bildirdiğim halde çocuklarımı devamsız yazmış" diye CİMER e şikayette bulunmuş.

Bir defa bu şikayetten öğretmene en küçük bir olumsuz durum çıkmaz.

İkinci olarak, böyle bir mevzuda önce öğretmene mesele sorulur, o da izah eder. Olmadı okul idaresine gidilir. Büyük bir problem yok ortada.

Arkadaşın, cezadan çekindiği için değil de velinin vefasızlığından dolayı canı sıkılmış haklı olarak.

Bu tür olaylarda CİMERE e şikayette bulunulduğunda, CİMER’den valiliklere, oradan Milli Eğitime, oradan da okula şikayet gönderilir ve savunma istenir. Böyle eften püften meselelerde uygun bir cevap yazılarak yukarı gönderilir ve mesele kapanır.

Meselenin resmi boyutu kapansa da öğretmenin iç aleminde kolay kolay kapanmaz. Ne mi olur?

Genel olarak neler olacağını öğretmen psikolojisini az çok bilen bir kişi olarak belirteyim.

Böyle durumlarda öğretmen genelde kırılır. O veliye ve çocuklarına karşı resmi görevi olan şeyler dışında bir şey yapmak içinden gelmez.

Mesela mesai saatleri haricinde çocuğun durumuyla veya dersleriyle ilgili öğretmene telefon etse öğretmen cevap vermeyebilir. Numarayı engelleyebilir. Hatta öğretmen, veliye özel telefonunu vermek mecburiyetinde de değildir. Aramak istediğinde mesai saatlerinde okulun telefonundan arayabilir ancak.

Öğrencileriyle derste ilgilenir. Fakat ders dışı pek ilgilenmeyebilir. Mesela teneffüste, baktı ki çocuk üzgün veya ağlıyor. Çocuğun yanına gidip öğrencinin neden üzgün olduğunu sormak öğretmenin resmi görevi değildir. Ama sınıf öğretmenleri özellikle kendi öğrencilerini böyle gördüklerinde ne olduğunu sorar, teselli eder problem varsa çözmeye çalışır.

Veya okuldan çıkıldıktan sonra okul dışında baktınız çocuklar tartışıyor veya kavga ediyor. Bu duruma müdahale öğretmenin resmi görevi değildir. Kırılan öğretmen bu tür velilerin çocuklarına pek müdahale etmeyebilir.

Veya yolda çocuğu gördü diyelim. "Nasılsın? nereye gidiyorsun?" demesi çocukların hoşuna gider. Öğretmen bunları yapmak zorunda da değildir. Akşamleyin sosyal medyadan veya telefondan öğretmene bir şey sordu diyelim. Ona cevap vermek zorunda değildir.

Demem o ki, eften püften şeyler yüzünden öğretmenin şevkini kırmayın. Öğretmenin enerjisini tüketmeyin. Öğretmenin enerjisi azalırsa çocuklarınıza yeterli ışık veremez. Halbuki özellikle ilk okulda çocukların en büyük ihtiyacı öğretmeninin gözünden alacağı ışıktır. Onun gözlerindeki sevgidir, şefkattir. Öğretmenin ilgisidir, iltifatıdır.

12/10/2021 Ali USLU TAVŞANLI

 

KENDİMİZE SORULAR...

1-Ben kimim? (Lütfen en az beş madde halinde cevaplayınız)

2-Ben, ne kadar benim?

3-Bu uzay boşluğunda yer kaplamamın amacı nedir?

4-Benim amaçlarım nelerdir?

5-Yüz sene sonra, uğruna zaman harcadığım, ömür tükettiğim şeylerin hangileri benim işime yarayacak?

6-Ahiret hayatım için neler hazırladım?

 

EĞİTİMDE KRİZ DURUMLARI...

   Cumhuriyet meydanın bitişiğinde, Milli Eğitimin çay bahçesinin kenarında olan resmi bina, eskiden ortaokul binasıydı. Yanılmıyorsam 1949 da yapılmış sağlam bir bina. O zamanın şartlarına göre zemin katın ve birinci katın tabanları kalın ve yaklaşık 30-40 cm eninde kalaslardan yapılmış.

87-94 arasında bazen orada derslerim olurdu. Zemindeki kalaslarların kenarları hava şartlarından zaman içerisinde hafif yukarı kıvrılarak biraz olukumsu bir durum oluşmuştu. O dönemlerde çoğu sokaklar asfalt veya kaldırım olmadığı için öğrencilerin ayakkabılarıyla gelen çamurlar kısa sürede kuruyarak yerler toz toprak olurdu. Muhtemelen yerlerin süpürülmesi kolay olması için kalaslar sık sık yağlanırdı.

   Bir kış günü orta okul birinci sınıflardan birisinde ders işlerken muhtemelen göz veya kulak probleminden dolayı orta sırada en öne oturmuş sınıfın en kalıplı öğrencilerinin birisinin altından hafif köpüklü sıvı arkaya doğru akmaya başladı. Kalasların yağlı ve oluklu oluşu sınıfın da arkaya doğru meyilli oluşu sıvıya bayağı bir ivme kazandırmıştı. O kadar sıvıyı bir çocuk vücudunda nasıl tutabilmişti hayret edilecek bir durumdu.

Çocuklar birden bağrışmaya başladılar. Bazıları çocuğun ismini söyleyerek "...... işemiş diye bağırıyorlar orta sıralardaki öğrencilerin bazısı ayaklarını kaldırıyor, bazısı sırasından dışarı çıkıyorlardı. Fakat öndeki çocuğun hala bir şeyden haberi yoktu. Belki yarı uyku halindeydi.

Tam bir krizle karşı karşıya idim ve bu tür olaya karşı hiç hazırlığım yoktu. Zihnimi hızlı bir biçimde ne yapmam gerektiği hususunda yordum. Bu arada çocuktan gelen çiş akıntısı kesildi. Sınıfın arkasındaki kalasta biriken idrarın çoğunluğu kalasların arasından kaybolup gitmişti.

Öğrenciye dedim ki. "Evladım! pantolonuna su dökülmüş galiba haydi evinde onu değiştir gel." Çocuk ayağa kalktı, pantolonun arkası boydan boya ıslanmış... Kapıya doğru yürüyünce sınıfta yine bir uğultu...

   Çocuk çıktıktan sonra bir yandan sınıfın sükunetini sağlarken diğer yandan ne demem konusunu netleştirmek için biraz dışarı baktım. Çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşan çocukların hepsi gözüme bakıyorlar nasıl bir tepki vereceğimi merakla bekliyorlardı.

Tam sükunet sağlanınca yüzümde gayet ciddi bir tavırla çocuklara döndüm ve dedim ki:

-Çocuklar! Sizce ben niçin gözlük takıyorum dur?

-Daha iyi görmek için öğretmenim.

-Aferin. Benim gözlerimde bir problem var ve iyi göremiyorum. Bunun için de gözlük takıyorum.

Peki, gözlerimdeki kusurdan dolayı, gözlük taktığımdan için beni ayılar mısınız?

-Hayır öğretmenim hastalık ayıplanmaz...

-Çarşıda bastonla gezen kişiler gördünüz mü?

-Evet öğretmenim...

-Niçin baston kullanıyorlar?

Öğrenciler bir birine yakın değişik cevaplar veriyorlar. Ben toparlıyorum.

-Yürümesinde problem olanlar bastondan destek almak için baston kullanıyorlar değil mi?

-Eveeet.

-Bacaklarında problem olan, baston kullanan kimseleri bu davranışından dolayı ayıplar mısınız?

-Hayır öğretmenim. Hastalık ayıplanmaz.

Benim maksadım da hastalığın ayıplanamayacağını onlara kavratmaktı. Devam ettim.:

"Bakın çocuklar!İnsanların bedenlerinin değişik yerlerinde çeşitli hastalıklar, kusurlar olabilir. Beynimiz ile vücudun her organı arasında sinir sistemimiz vasıtasıyla iletişim vardır.

Aynen benim gözümün iyi görememesi gibi bu arkadaşınızın da muhtemelen soğuktan dolayı sinir sisteminin bazı bölgeleri geçici olarak hastalanmış, görevini tam yapamadığından dolayı çişini yaptığını beyni ona bildirememiş... Bunun sonucunda deminki durum meydana geldi. Bu durum ayıplanacak bir şey değil, hastalıktır. Ve hastalık ayıplanamaz. Ayrıca bu hepimizin başına da gelebilir.

Bu meseleyi gündeme getirip arkadaşınızla dalga geçmek çok büyük bir ayıptır. Ayrıca her ne kadar bu hastalıksa da siz bu olayı başka yerlerde anlatırsanız bazı kendini bilmez kimseler arkadaşınızla dalga geçebilirler. Bu durum sizin sınıfınızın bir sırrıdır. Sakın bu sırrı başkalarına söylemeyiniz. Başka yerlerde söylemediğiniz gibi, sınıfta da da bu konuyu konuşmayınız. Peygamber efendimiz "Kim bir müslümanın kusurunu örterse Allah Teala da onu hem dünyada hem ahirette kusurlarını örter buyurmuşlar. İyi müminler başkalarının kusurlarını yaymazlar. Bu mevzu burada kapanmıştır. Sanki burada böyle bir olay hiç olmadı. Tamam mı?

-Tamam öğretmenim.

Öğrencilerin, konuşmamdan o anda etkilendikleri belli oluyordu. Mesela birbirlerin bakıp gizli gizli gülmeyi bırakmışlardı.

Fakat, sonraları öğrencilerin ne kadarı diline sahip oldular bilmiyorum. Ama daha sonraki derslerde sınıfta bir anormallik görmedim.

   Aradan yıllar geçmişti bir düğünde (muhtemelen arkadaşlarından birinin düğünü) o çocuğu takım elbiseleriyle oynarken gördüm. Filinta gibi delikanlı olmuştu. Zihnim birden gerilere gitti. Olaylar baştan sona film şeridi gibi gözümde canlandı. Zaman ne çabuk geçiyor, çocuklar ne çabuk büyüyorlar bunları düşündüm. Orada yanlış bir davranış sergileseydim çocuğun ve diğer çocukların psikolojisine etkisi nasıl olurdu onu düşündüm.

10/10/2021 Ali USLU - TAVŞANLI

 

 

KUR'ANDAN ÖĞÜTLER

Meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik. İblis'in dışında hepsi secde ettiler. İblis: «Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!» İsrâ : 61

Dedi ki: «Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!» İsrâ : 62

Allah buyurdu: Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza!İsrâ : 63

Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez. İsrâ : 64

Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.  İsrâ : 65

***

Lokmân Sûresi  (12 - 19)

Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır. (12)

 Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti. (13)

 Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır. (14) 

Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (15)

 (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. (16) 

Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. (17)

 Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. (18)

 Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. (19) 

MANŞET!

BIÇAĞI KARNINA Bİ SAPLARSAM...

Karşılaştığım ibretlik olayları pek unutmam. Kendimce ders çıkarmaya çalışırım. Bu gün, yaşadığım ibretlik (veya öyle algıladığım) bir olayı...