HAYAT TECRÜBELERİMDEN (Samimiyetten dargınlığa.../ düşmanlığa...)

-Hocam, uzun zamandır burada yaşıyorsunuz ve yaşınızın altmışı geçtiğinizi söylüyorsunuz. Size ilginç gelen şahit olduğunuz olaylar var mı?
- Var kardeşim. Hem de çok var. Fakat bu gün bir tanesini anlatayım:
"Uzun süre birbirlerinin samimi dostları veya arkadaşları olan bazı kişilerin zamanla birbirlerinin adını dahi duymaya tahammül edemedikleri bir hale geldiklerine bile şahit oldum. Bunları aşağıdaki şekilde gruplandırabilirim:
1.Grup: Bu grupta, bazı samimi arkadaşlar ortaklık kuruyorlar veya beraber iş yapıyorlar. Belki samimiyetleri sebebiyle ortaklık ayrıntılarını konuşmuyorlar veya muallak bir biçimde konuşup yazıya dökmüyorlar. Biz zaman sonra işler bozuluyor ve (belki bozulmanın sebebi olarak birbirlerini suçladıkları için / belki başka sebeple) Birbirlerine karşı samimiyetin kaybolmasından başlayıp düşmanlığa kadar gidebilen kişileri gördüm.
2-Grup: Bu gruptaki birbirlerinin samimi arkadaşları bazı kişiler bir yerin yönetiminde bulunuyorlar. (Siyasi parti yönetimi, STK yönetimi, Sendika yönetimi gibi) Zamanla aralarında yönetim anlayışı farkı veya sen-ben davası çıkıyor. Sonuç olarak birbirlerinin yüzüne bakmayacak hale gelebiliyorlar.
3 Grup: Akrabalık ve dostluklarını dünürlükle taçlandıran bazıları bu gruba giriyor. Evlenen çocuklarının aralarının bozulmasıyla veya gelin veya damadın, kayınvalide, kayınpeder, görümce, elti gibi kişilerle problem yaşamasıyla dünürler arasının soğumasından başlayıp küslük durumuna kadar bir durum oluşabiliyor.
4.Grup: Bu grupta, evlenmeden önce çok samimi olduğu ailesiyle (Anne-baba, kardeşler gibi) evlendikten sonra arası bozulan hatta bayramlarda bile görüşmeyen erkekler var. Maalesef bunları da gördüm.
NOT: Bu durumların sebepleri üzerinde sosyologların araştırma yapması iyi olur.
31-12-2022 ALİ USLU - TAVŞANLI

KÖYÜMÜZDE İLKEL YÖNTEMLERLE YAPILAN BAZI TEDAVİLERİN MANTIKLI AÇIKLAMASI-1

SAÇMA GİBİ GÖRÜNEN FAKAT NETİCE ALINAN TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Çocukluğumda göz kapağımda şişlik oluşmuştu. Köyümüzde buna "it dirseği" diyorlarmış. (Neden öyle diyorlarsa???)
Annem daha önceden bunun tedavisini duymuş ve o tedaviyi bana uyguladı. Tedavi şöyleydi:
Yere, yüz yukarı yattım. Yüzüme tülbent örttüler. Problemli gözümün üzerine küçük bir ekmek parçası koydular. Getirdikleri köpek oradan ekmeği alıp yedi. Kısa zaman sonra benim gözümdeki problem halloldu elhamdülillah.
Liseye gittiğim dönemlerde bu olayı düşündüm. Köpeğin ekmeği oradan almasıyla göz kapağımın iyileşmesi arasında ne gibi bir alaka olabilirdi?
Kendi kendime "Acaba köpeğin nefesinin bir etkisi olmuş mudur?" diye düşündüm. Tabii bir sonuca varamadım.
Üniversiteden sonraki yıllarda "insandaki enerji" meselesi dikkatimi çekti. Canlılardaki enerjiyi ve etkilerini araştırdım. Biyo enerjiyi araştırdım. Bu araştırmalarım sırasında zihnim, köpekle göz tedavisi olayına gitti.
Zihnimde şunlar oluştu:
Köpek gözümün üzerinden ekmeği alırken / yerken biraz korku içerisinde bütün dikkatimi gözüm üzerine yoğunlaştırmıştım. Bu yoğun odaklanma esnasında vücudumdaki büyük bir enerjiyi de orada toplamış oldum. Büyük ihtimalle işte oradaki enerji yoğunluğu göz kapağımın iyileşmesine vesile oldu. En doğrusunu Allah Teala bilir.
Bir de işin şu yönü var; Geçmiş dönemlerde kendisinin veya yakınlarının başına gelen bu tür sıkıntıdan kurtulmak için insanlar ne kadar değişik yollar denemiş olmalılar ki sonunda köpeğin gözden ekmek almasında çareyi bulmuşlar.

MÜSLÜMAN OLMAK VE MÜSLÜMAN ÖLMEK

 Müslüman olmak önemlidir.

Müslümanca yaşayabilmek daha önemlidir.

En önemlisi de müslüman olarak ölebilmektir.

Bu konuda aşağıdaki ayet-i kerime çok dikkat çekicidir.

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak müslümanlar olarak ölün. (Âl-i İmrân : 102)

Ayeti kerime'de takva sahibi olarak yaşamak ile müslüman olarak can vermek arasında yakın bir alakanın  olduğu anlaşılıyor.

Hz. Yakup Peygamberin, çocuklarına müslüman olarak ölmeyi tavsiye ettiği (Bakara 132.) ayette bildirilir.

Hz Yusuf (AS) da : "...Benim canımı müslüman olarak al ve beni salihlerin arasına kat." (Yusuf suresi:101) diye dua etmiştir.

Rabbim cümlemiz takva sahibi bir müslüman olarak yaşamayı ve emaneti teslim etme zamanı geldiğinde müslüman olarak ruhumuzu teslim etmeyi nasip eylesin.

HATANIN SEBEPLERİ

-Hocam, insanın hata yapmasının en önemli sebebi nedir?
*-Kişinin kendini yeterli görmesidir. Bu sebeple eleştirilere (özellikle dostlarından gelen eleştirilere) kulaklarını kapamasıdır.
Bir kaç yıl önce Üniversite Seçme Sınavında birinci olmuş gençle yapılan röportaj çok dikkat çekiciydi. Gence soruluyor: "Sınava nasıl hazırlandınız?"
Genç cevap veriyor: "Derse girdiğimde, o dersi hiç bilmiyormuşum, ilk defa öğreniyormuşum gibi düşünerek girdim ve o şekilde dersi dinledim."
En iyi bildiği konuları bile hiç bilmiyormuş gibi dinleyebilmek... Gerçekten süper bir şey...
"Ben zaten bunları biliyorum" diyerek dinlemeye tenezzül etmeyenlerin elbette yanlışlarını düzeltme, noksanlarını giderme şansı olmaz.

MÜ'MİNİ FELAKETE SÜRÜKLEYEN ŞEYLER

-Hocam, mümin bir kimseyi felakete sürükleyen en önemli şey nedir?
*-Bence farzları terk etmesidir. Daha büyüğü ise bundan rahatsızlık duymamasıdır.
-İkincisi nedir?
*-Aşırı hırstır kardeşim. Aşırı hırs kişinin helal-haram sınırlarını çiğnemesinde en büyük etkendir.
-Hangi konuda hocam?
*-Hırsları hangi konudaysa o konuda...

İLK OKUL ÖĞRETMENİM

İLK OKUL ÖĞRETMENİM.
İlk okulda köyümüzde iki derslik vardı. 1.2.3 sınıflar bir derslikte, 4 ve 5. sınıflar öbür derslikte okurlardı. Bizim zamanımızda okulumuzun iki öğretmeni vardı.
Okula, 1968 yılında arkadaşlarımdan bir yaş küçük olarak başlamıştım. İlk iki yılımı Seher (YAMAN) öğretmenimizde okudum. Sonra tayini çıktığı için başka yere taşındı.
Seher Öğretmen, gönlümde en çok yer edinen öğretmenlerimden birisi, belki de ilk sıradakidir.
Aslında öğretmenimizin iki yılda öğrettiği hiç bir şeyi hatırlamıyorum. Öğretmez olur mu? Elbette çok şey öğretmiştir. Mesela okuma yazmayı O öğretmiştir, fakat hatırlamıyorum. Onunla ilgili hiç bir hatıramı da hatırlamıyorum. Fakat, Seher Öğretmenimiz aklıma geldiğinde kalbimin bütün hücrelerinde altı-yedi yaşındaki bir çocuk masumiyetiyle sevgi ve derin bir saygı hissediyorum. Bu duygular öğretmenimizin bizim için çok güzel şeyler yaptığının göstergesidir.
Düşünüyorum... Acaba benim okulu ve okumayı sevmemde bu öğretmenimizin etkisi olmuş mudur?
Şimdiki karakterimin oluşmasında etkisi nedir? Müsbet (olumlu) şeylere ilgi duymamda, haksızlıktan uzak durmamda bu hocamızın etkisi olmuş mudur?
Yukarıdaki sorduğum bu sorulara Seher öğretmenimizin mutlaka olumlu katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Bilgi düzeyinde hafızamda fazla bir şey kalmasa da bilinç altı düzeyinde büyük etkisi olduğuna inanıyorum. Çünkü bizi hayatımız boyu etkileyen bilinçaltı kotlarımız daha çok çocukluk döneeminde oluşuyor.
"Bir kişinin en büyük şansı ilkokulda iyi bir öğretmene denk gelmesidir" cümlesine benzer bir söz okumuştum. Bunun, en büyük şans olmasa da büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Ben ilk iki yıl bu fırsattan istifade etmişim elhamdülillah.
On yıl kadar önceydi. Bir dostum Seher Öğretmenimizin İnegöl'de oturduğunu öğrenip, telefonunu bulmuş. Ziyarete beraber gittik. Çok memnun oldu. Yanaklarımızdan bir annenin küçük bir çocuğunu öper gibi öptü. Ben de o anda kendimi altı-yedi yaşlarında ilkokul öğrencisi gibi hissediyordum.
Allah Teala öğretmenimizden razı olsun. Hayırlı ömürler ihsan eylesin.
12.12.2022 Ali USLU (Emekli öğretmen)

ÖĞÜT ALMAKTAN HOŞLANMAYAN GENÇLERE NE YAPALIM

Gençlerin çoğu öğüt dinlemekten hoşlanmıyor diye duymuştum. Ben de bu durumu gözlemledim. Bilmiyorum belki de gençler nasihat dinlemek yerine ikna edilmek istiyorlardır.
Bu sebeple bir kaç yıldır ben de metot değiştirdim. Gençler benden nasihat istemedikçe nasihat etmiyorum.
Benimle görüşmeye gelen gençleri önce sözünü kesmeden dinliyorum. Konuşması bitince bazı konulardaki düşüncelerini daha iyi anlamak için sorular yöneltiyorum. Kesinlikle düşüncelerini küçümsemiyorum ve saçma da olsa "böyle saçma düşünceleri nereden öğrendin" veya "yanlış düşünüyorsun / biliyorsun" gibi cümleler kurmuyorum.
Bazen de ona hak veriyorum ve "Ben de senin durumunda olsam muhtemelen öyle düşünürdüm" gibi şeyler söylüyorum.
Kafasına takılan konularla ilgili.(Veya önceden bana söylenmiş problem ettiği konularla ilgili) Meseleye daha geniş perspektiften bakmasını sağlayacak, Onun ufkunu açacak farklı şeyler anlatıyorum. Bu metotla genç direk nasihat almadığı için iyi dinliyor. Olaylara daha farklı bakıp önceki düşüncesinin eksik veya hatalı olduğunu anlayabiliyor ve buna kendisi karar vermiş oluyor. Böylece nasihat etmeden problemi çözmeye çalışıyorum.
O genç kardeşim için içimden dua ediyorum. Sonucu Rabbime bırakıyorum.

KISKANÇLIĞIN MANTIĞI

KISKANÇLIK ÜZERİNE-3
- Hocam kıskançlığın mantığı nedir?
-Kardeşim kıskançlığın mantığı falan yoktur. Başkasının elindekinin yok olmasını istemenin mantığı olamaz. Bu durum bence patolojik bir durumdur.
Bir de şunu söyleyeyim; Sadece yoksun olanlar kıskanmaz.
"Benim yok onun da olmasın" düşüncesi yoksun olanların kıskançlığıdır.
"Yalnız benim olsun, başkasının olmasın" düşüncesi de değişik bir kıskançlık türüdür ve nimetlere sahip olanların kıskançlığıdır. Bu tür kıskançlıklar da az değildir.
Bir öğrencinin sınıfta sadece ben yüksek puan alayım, başkası yüksek almasın düşüncesi buna örnektir.
Bu elbiseden ilçede sadece bende olsun, başkasında olmasın düşüncesi de bu türden bir kıskançlıktır.

"DİN" İLE "DİN KÜLTÜRÜ" FARKI


Fakültede öğrenci iken, bir hocamız tahtaya bir daire çizdi. Ortasına "DİN" diye yazdı. Altına da açıklama mahiyetinde "Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sahih sünneti" yazdı.
Sonra, önceki daireyi de içine alan daha büyük bir daire çizdi. Ona da "DİN KÜLTÜRÜ" yazdı. Altına da "Din ile ilgili, yapılan yorumlar, fetvalar, vb." yazdı.
Sonra da açıklama yaptı. "Dinin kendisinde kesinlikle yanlışlık hata olamaz. Çünkü o her şeyi bilen Allah Teala ya aittir. Fakat dinin yorumlarında hatalar olabilir çünkü bunlar müslümanların (özellikle alimlerin) dinden anladıklarıdır. İnsanlar da hatadan münezzeh değildirler"
Mesela tefsirler dinin yorumudur. Müfessirler (Allah Teala Onlardan razı olsun) belli bir usul çerçevesinde o ayetten anladıklarını yazmış ve söylemişlerdir. Bazen aynı ayetin açıklaması değişik müfessirler tarafından farklı biçimlerde yapılmıştır. Bizler bu farklı görüşleri okuyarak ayetin ne demek istediği noktasında fikir sahibi oluruz.
Mezhepler de dinin yorumudur. Bu sebeple aynı mesele hakkında mezheplerin görüşleri bazen farklı olabilmektedir. Mezhepler bizim için dinimizin uygulama noktasındaki kolaylıklardır.
Yanlış anlaşılmasın bunlar din dışı şeyler değildir. Fakat dinin kendisi de değildir. Mezhep imamlarımız (Allah Teala onlardan razı olsun) belli usuller çerçevesinde fetvalar vermişler, bunun için gayret göstermişler ve bundan sevap da kazanmışlardır. Bu fetvalar bizim hayatımızı oldukça kolaylaştırmıştır.
Tarikatler, cemaatlerin din anlayışı, tecrübeleri ve uygulamaları da dinin yorumudur.
Vaazlarda, hutbelerde, din sohbetlerin çoğunda dinin yorumu vardır.
Müslüman toplulukların ve bireylerin dini anlama ve yaşama biçimleri de dinin yorumudur. Dinin kendisi değildir. Bunlarda veya uygulamalarında az da olsa hata ihtimali vardır. Bu hatalar dinimizin kendisine nisbet edilemez. Hata, hata sahibine aittir.
Kısaca Ali Uslu'nun okuduğu ayette hata olamaz ama açıklamasında hata olabilir.ve bu hata Ali Uslu'ya aittir.

KISKANÇLIK KİMLER ARASINDA DAHA FAZLA OLUR.

-Peki hocam kıskançlık (çekememezlik) daha çok kimler arasında olur?
-Kardeşim! kıskançlığın tamamına yakını birbirlerini tanıyan hatta aynı ortamı paylaşan kişiler arasında olur.
Mesela kıskanç öğrenci kendisinden daha yüksek not alan sınıf ve okul arkadaşını kıskanırken başka okuldaki daha yüksek puan alan öğrenciyi kıskanmaz.
Kıskançlık genelde aynı meslek grupları içerisinde daha fazla olur. En çok ta aynı kurumdakilerin arasında olur.
Aynı köyde yaşayan kişiler arasında da kıskançlık daha fazladır.
Bir de maalesef akrabalar arasında bu durum yaygındır.

KISKANÇ KİŞİLERİ NASIL TANIYABİLİRİZ?

Hocam kıskanç (çekemeyen) kişileri nasıl tanıyabiliriz?
-Kardeşim çocuklar kıskandığını davranışlarıyla belli ederler fakat büyükler bunu ustalıkla gizleyebilirler. Tesbitlerime göre gizleyemeyenlerin veya ara sıra açık verenlerin bu konudaki davranışları şöyledir.
1- Çevresindeki, özellikle yakın çevresindeki güzellikleri, başarıları görmezden gelirler, tebrik etmezler.
Mesela kıskanç bir öğrencinin arkadaşına güzel bir ayakkabı alındı diyelim. Kıskanç öğrenci onu görmezlikten gelir. "Güle güle kullan" gibi sözler söyleyemez.
Öğrenciyi örnek olarak verdim. Öğretim üyesi bile olsa güzel bir makale yayınlamış arkadaşını tebrik etmez, görmezden gelir.
2- Kusur bulmaya, küçümsemeye veya kulp takmaya çalışırlar.
Ayakkabı örneğine devam edelim; Diğer arkadaşları ayakkabıyı görüp arkadaşlarına "güle güle kullan, çok yakışmış" gibi sözler söylediklerinde orada bulunan ve ayakkabıları fark etmek zorunda kalan kıskanç öğrenci hemen kusur bulmaya veya küçümsemeye çalışarak.
"Cuma pazarından mı aldınız?
Pazarın gözünü çıkarmışsın?
Daha iyi bir renk bulamadın mı?
O markanın imitasyonu galiba vb." gibi cümleler söyleyerek ayakkabının değerini kendince düşürmeye çalışırlar.
Bir örnek de kulp takmak için vereyim. Diyelim ki, kıskanç bir kişinin komşusunun kızı nişanlanmış. Bu haberi duyduğunda normal bir kişi: "iyi olmuş Rabbim mübarek eylesin" gibi hayır duada bulunması gerekirken, kıskanç kişi hemen kulp takmaya çalışır.
Mesela: "ee elinde telefon sokak sokak gezerken bulmuş demek ki birisini" gibi ipe sapa gelmez cümleler kurarlar.
Komşunun veya akrabasının oğlu işe girmiş diyelim. Normal kişi bu haberi duyduğunda sevinmesi gerekirken kıskanç kişi:
"ee babası gibi sen de siyasilerin yalakalığını yapsan senin oğlun da bir işe girerdi."
Komşunun veya akrabanın çocuğu üniversite sınavında yüksek bir başarı elde etmiş diyelim. Kıskanç kişi buna sevinmez hemen küçümseme ve kulp takma sözlerini söyler:
"Bir de kazanmasaydı bari, özel dersler, özel hocalar, dersaneler... tabi ki kazanacak..."
3- Çevresinde bir güzellik olduğunda bir mutlulukları olduğunda kıskanç kişiler o gün çok gergin olurlar. Normalde problem olmayan küçük şeyleri bile problem yapmaya başlarlar.O gün çevresinin burnundan getirirler.
4- Kıskandıklarının başına bir olumsuzluk gelmesi onları mutlu eder. Bir de adalet duygusunun arkasına gizlenirler.
Mesela : Kıskandığı kişilerden birisini arabasının kaza haberini alsa mutluluğunu ilk anda gizleyemez. Sonra da "ee haramlar bi şekilde çıkacak tabii. İyi ki canlarına gelmemiş." gibi suçlayıcı dil kullanırlar.
Rabbim nefsimizi ve neslimizi başkalarının elindeki nimetleri, başarılarını, mutluluklarını kıskanmaktan muhafaza eylesin.
Kıskanç kişilerin maddi ve manevi şerlerinden muhafaza eylesin.

DUYMADIK, BİLMİYORDUK DİYEMEYİZ ARTIK...

 PEYGAMBER EFENDİMİZİN VERDİĞİ HABERİ BEN DE DUYDUM SİZLER DE DUYDUNUZ...

"İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alış-veriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli-açık harcasınlar. "(İbrâhîm Suresi : 31. ayet)

ENGELLİLERE BAKIŞ

 Dün Engelliler Günüydü.

Öğrencilerimin engelli arkadaşlarına bakışını düşündüm.
Bu konuda öğrencilerde bilinç düzeyinin git gide arttığını müşahede etmiştim.
Öğretmenliğe başladığım yıllarda az da olsa bazı öğrencilerin özellikle zihinsel engelli (saf dediğimiz) ve konuşma zorluğu çeken çocuklarla eğlendiklerini (dalga geçtiklerini) görürdüm. Öğretmenliğimin son yıllarında ise böyle durumlara hiç rastlamadım diyebilirim.
Hani "bu gençler çocuklar nereye gidiyor böyle" diye sık sık şikayet duyarız ya. En azından bu konuda iyiye gidildiğini söyleyebilirim.
Aslında hepimiz bir engelli adayıyız. Mesela rahmetli annem son yıllarını önce tek değnekle, sonra çift değnekle son on ayını da yatağa bağımlı halde geçirmişti.
Rabbim engelli kardeşlerimize ve ailelerine kolaylıklar ve sabırlar versin.
Çektikleri sıkıntıları Ahiret mükafatı olarak karşılarına çıkartsın.
ALİ USLU

YOUTUBE KANALIMIZ

 Kısa videolarımızın yayınlanacağı YouTube kanalımızın linki aşağıdadır:

https://youtube.com/@aliusluhayat

ARAMIZDA HIZLA YAYILAN SAPIK MEZHEP

Ülkemizdeki müslümanlar arasında son yıllarda ortaya çıkan ve git gide hızla artan bir sapık (dalalet) mezhep var.
Ben buna "herkes böyle yapıyor mezhebi" diyorum.
Allah Teala'nın bizlere çizdiği haram-helal çizgileri bellidir. Belirtilen açık haramları herkes böyle yapıyor diye helal saydığımızda, caiz gördüğümüzde bu durum bizi iman dairesinden çıkarır. İtikâden sapık (dââl) durumuna düşeriz.
Haramları helal saymayıp fakat, "herkes böyle yapıyor" diyerek bu durumları zamanın gereği olarak kabullendiğimizde, bunlardan rahatsızlık duymadığımızda bu durum itikâdî olarak da tehlikeli olmakla birlikte en hafifinden fâsık durumuna düşmüş oluruz. Bu yaptıklarımızdan ve yapılmasına sebep/ aracı olduklarımızdan dolayı pişman olup istiğfar etmemiz gerekir.
Bir haramın herkes tarafından yapılması onu helal yapmaz.
Bir haramın toplum tarafından "ayıp" olarak telakki edilmemesi de onu haramlıktan çıkarmaz, meşru hale getirmez.
Aslında adı konulmamış itikadi ve ameli yönden bir sapık mezhep var ve bu mezhebin mensupları git gide çoğalıyor.
Rabbim nefsimizi ve neslimizi muhafaza eylesin. İstikametten ayırmasın.

ÖĞRETMENLER GÜNÜNDE BENİ HÜZÜNLENDİREN ÖĞRENCİLERİM.

   Kişinin hatırlanması, kendisine güzel temenni ve dileklerde bulunulması o kişide  elbette güzel duygular oluşturur. ve mutlu olurlar.

Öğretmenler gününde ben de bu duyguları yaşardım. Fakat bazen de hüzünlenirdim. Çünkü özellikle ilkokul ve ortaokullarda o gün derse girdiğimde bazı sınıflarda öğrenciler sıraya girerler öğretmenin elini öpüp hediye verirler. Ben işte bu durumdan rahatsız olurdum.

"Elinizin öpülmesinden ve hediye verilmesinden niçin rahatsız oluyorsunuz" diyebilirsiniz.

O çocukların içerisinde ailesinin maddi durumu pek iyi olmayanlar da vardır. Ortaokullarda derslerine en az on öğretmen giriyordur. Belki bu çocuk diğer arkadaşlarından geri kalmamak veya onların yanında utanmamak için hediye almak zorunda kalmıştır. Belki hediye almak için ailesini üzdü. Bu gibi düşünceler beni hep rahatsız ederdi. Özellikle sıraya geçilmiş vaziyette hediye takdim edenlerin hediyelerini alırken yüzüm gülse de  ruhen hep rahatsızlık duyardım. 

Gerçi hediyeler maddi olarak çok değerli olmasa da yine de bu düşünceler beni rahatsız ederdi.

Hediye kabul etmemeyi düşündüm. Fakat bu sefer de sana değer verdiğini belirtmek için hediye almış öğrencilerin üzülmesinden endişe ederdim.

Bazen de sıraya girmiş öğrencilerden bazısı elimi öper ve sanki büyük bir suç işlemiş gibi boynunu büküp "Kusura bakmayın öğretmenim hediye alamadım" demesi benim içimi acıtırdı ve çok hüzünlenirdim.

Çocukların küçük de olsa hediyelerine karşı sınıfa çikolata cinsi şeylerle gidip karşılık vermeye çalışırdım

Liselerde nisbeten daha iyi olurdu. Bazı sınıflarda sınıf adına sınıf başkanı öğretmene bir gül takdim eder mesele biterdi. Bu beni rahatlatırdı.

Bu vesile ile öğretmenlerimizin gününü kutluyorum. Vefat eden öğretmenlerimize Allah Teala'dan rahmetler diliyorum.

24 KASIM 2022 / Emekli öğretmen Ali USLU

BIRAK CANIM ONU

Yıllar önce (hangi vesile ile olduğunu hatırlamıyorum) bir çok tanıdık bir araya gelmiştik. Eskilerden, yenilerden, orada olan-olmayan tanıdıklarımızdan vs konuşurken, oradakilerin bir çoğunun tanıdığı bir kişinin ismi geçince, bir arkadaş biraz sert biçimde "bırak canım onu" demişti.
Bu sert tepki karşısında oradakiler arkadaşa baktılar ve sözün arkasını beklediler. Fakat arkadaş devam etmedi. Ben oradakilerin duyacağı biçimde "neden böyle söylediğini" sordum. "Boş ver"dedi. Ben ısrar ettim yine "boş ver" deyince ben olaya müdahale ettim. Şuna benzer şeyler söyledim:
"Arkadaş açıklamayacağın meseleyi hiç açmasaydın problem yoktu. Fakat sen o kişi hakkında "bırak canım onu" deyince herkesin kafasında değişik istifhamlar oluştu. Mesela ben şöyle düşündüm: Acaba bu adam hırsızlık mı yaptı? Birisinin namusuna mı göz dikti? Emanete ihanet mi etti? Birilerine iftira mı attı? Birilerini dolandırdı mı? vs. Bu sebeple buradaki kişilerin kafalarındaki istifhamları gidermen lazım."
O zaman, o kişiyle arasında geçen tatsız bir olayı anlattı. Anlattığı mesele de çok büyütülecek bir şey değildi. O kişinin yaptığı biraz kaba veya çiğlik dediğimiz bir davranıştı. Bundan dolayı arkadaş kırılmıştı.
Buradan şunu anlatmak istiyorum. Toplum içerisinde birileri hakkında olumsuz anlamda konuşmak zaten iyi bir şey değildir. İşin gıybete giren bölümleri vardır. Buna rağmen konuşacaksak muğlak (net olmayan) ifadelerden kaçınmak gerekir. Çünkü muğlak ifadeler herkesin zihninde farklı anlamlara dönüşebilir ki bunun vebali büyük olur ve telafisi zordur.
Bir de işyerlerinde vb. karşı cinsle konuşurken net ifadeler içeren sözler söylenmeli; Değişik anlamlara gelebilecek sözlerden, cümlelerden sakınılmalı ki şeytana alan açılmasın. Bir sözü senin hangi niyetle söylediğin önemlidir. Fakat dinleyenin nasıl anlayacağını da düşünmek, aradaki şeytan faktörünü de unutmamak gerekir

SÖZÜN ŞEHVETİ

"Sözün şehveti" diye bir tabir duymuşsunuzdur. Özellikle kalabalıklar karşısında konuşurken kendini sözün şehvetine kaptıranlar bazen öyle tuhaf/abartılı laflar ederler ki, sonra akılları başlarına gelince önceki söylediklerini izah edebilmek için epeyce uğraşırlar.
Fakat söz ağızdan çıkmış, kameralar kaydetmiştir. Ne kadar uğraşsanız düzeltemezsiniz.
Bu tuhaf/ abartılı sözler yüzünden konuşma esnasında söylenen bir çok hakikat de bu hengamede gümbürtüye gider.
Hani sınavlarda "dört yanlış bir doğruyu götürür" ya, böyle durumlarda bir yanlış dört doğruyu götürür.
Toplumun önünde olan kişiler sözün şehvetine karşı dikkatli olmalı, hele alimler veya alim olarak telakki edilen kişiler sözlerini ( tabiri caiz ise gram gram) tartarak söylemelidirler.
ALİ USLU

SELAMLAŞMA CİMRİSİ Mİ OLDUK?

     Bizim kültürümüzde yolda karşılaştığımız tanıdığımız, tanımadığımız kimselerle selamlaşmak vardı."Vardı" diyerek geçmiş zaman kipi kullandım. Çünkü; İnsanlarımızın büyük çoğunluğu yolda karşılaştığı kimselerden tanımadıklarıyla selamlaşmıyorlar artık. Tanıdıkları arasından ise sadece önceden merhabası olanlarla selamlaşıyorlar. Bilmem bu durum sizin de dikkatinizi çekti mi?

Kalabalık yerlerde karşılaşılan herkesle selamlaşmak pek uygun olmayabilir. Lakin tenha yollarda karşımızdan gelen kimselerle selamlaşmalıyız diye düşünüyorum.

Peygamber Efendimiz "...Aranızda selamı yayınız."(Müslim) buyurmuşlar. Bizler de Efendimizin bu tavsiyesine uyarak sünnet-i seniyyeye uygun davranmalıyız.

Selamlaşmanın faydaları:

1-Peygamber Efendimizin tavsiyesini yerine getirdiğimiz için sevaplar kazanırız.

2- Selamlaştığımız kişilerle birbirimize dua etmiş oluruz. (Ki başkaları için yaptığımız dualara melekler de iştirak ederler)

3-Selamlaştığımız kişilerle tanışmaya ve aramızda sevgi-saygı oluşmasına vesile olur.

Bizler, en azından orta yaşlılar ve yaşlılar yolda gördüğümüz gençlere selam vererek bu konuda örnek olabiliriz.

ALİ USLU- TAVŞANLI

SINIRSIZ ÖZGÜRLÜK (!)

  -Hocam, sizce günümüzün en büyük problemi nedir?

-Kardeşim, gerek medyadan gerekse çevreden gözlemleyebildiğim kadarıyla değişik kesimlerin öncelikli problemleri farklı olmakla birlikte (tüm sosyal katmanların) genel anlamda problemini "sınır tanımazlık" olarak görüyorum.

-Sınır tanımazlık meselesini biraz daha açabilir misiniz?

-İnsanların çoğu kendilerine sınır çizilmesini özgürlüğüne müdahale olarak  ifade ediyor veya öyle algılıyorlar.

  Allah Teala'ya karşı sınırlarımız nelerdir? Bunu nereden nasıl öğreniriz? sorusu git gide azalıyor. 

İnsanların birbirleriyle ilişkilerinde sınırlar nelerdir? Karşı cinsle arasındaki sınırlar nelerdir?

Anne-baba ile çocuklar arsındaki sınırlar nelerdir?

Konuşmalarımızın sınırları var mıdır? Nelerdir?

Mahremiyet sınırlarımız nerede başlar nerede biter?

Kısaca özgürlüğümüzün sınırları nelerdir/nerelerdir? gibi sorular da pek düşünülmüyor. Onun için günümüzün özgürlükte sınır tanımayan insanı farkına varmadan hem kendini hem çevresini felakete götürüyor.

Trafikte herkesin özgürlük adına kural ve sınır tanımadığını düşünsek sonuç nasıl olur? Ortalık tam bir trafik karmaşasına döner değil mi? Diğer saydığım konularda da aslında durum böyle oluyor, kargaşaya gidiyor, fakat trafikteki gibi hemen görülmüyor.

Bu durumun neticesi olarak, psikolojik buhranlar, aile içi huzursuzluklar, her türlü psikopatlıklar, kavgalar, cinayetler artarak devam ediyor.

ALİ USLU.

KENDİME OKUTAYIM MI?

 KENDİME OKUTAYIM MI? (DİYALOG)

-Hocam canım çok sıkılıyor... Ne yapsam geçmiyor. Biraz geçiyor gibi oluyor sonra geri geliyor?

*- Kardeşim, nedenini biliyor musun?

-Bilmiyorum hocam görünürde hiçbir problemim yok. Acaba kendime okutsam mı? diyorum.

*- Kardeşim günde 5 kez okunan bizleri namaza davet eden ezanlarda "hayye alel felah" cümlesi var ya, bunun anlamı "haydin kurtuluşa" demektir.

Benim düşünceme ve tecrübelerime göre namaz insanı sebepsiz sıkıntılardan da kurtarır inşaallah. Beş vakit namaz sıkıntılarından kurtulmak için yetmiyorsa artı nafile namazlara da devam etmelisin.

Bu durum bedenen hasta olan kişilere artı gıda takviyesi gibidir.

İstersen bir dene. Zarar etmezsin.

GUSÜLÜ GEREKTİREN DURUMLAR ÇOCUKLARA NASIL ANLATILIR?

ERGENLİK ÇAĞINA YAKLAŞAN ÇOCUKLARA GUSÜL ABDESTİNİ GEREKTİREN DURUMLAR NASIL ANLATILMALIDIR?
Yıllar önce sekizinci sınıfta okuyan (erkek) öğrencilerimden birisinin velisi okulda gelmiş. Benimle görüşmek istediğini söyledi. "Buyurun beyefendi size nasıl yardımcı olabilirim" dediğimde. Öğrenci velisi Kendisini tanıttı. Öğrencisinin ismini sınıfını söyledikten sonra derdini anlattı .Dedi ki:
-Hocam ben bizim çocuğun yaşlarında iken sık sık gusül abdesti alırdım. Bizim çocuk pazardan pazara yıkanıyor. Diğer günlerde özellikle sabahları yıkandığını hiç görmedim. Kafama takılan sorular şunlar:
1-Bu çocuk gusül abdesti alması gerektiği halde bu konu hakkında bilgisi yok mudur?
2-Bildiği halde utandığından veya ihmalkarlığından yıkanmayıp cünüp halde mi geziyordur.?
3- Bir rahatsızlığı falan olup ta gusül gerektiren durum olmuyor mudur?
Ben çocuğuma bu konuda konuşamıyorum, utanıyorum. Siz bu konuyu çocuğumla konuşur musunuz?
Düşündüm de bir baba için üç şıkkın üçü de sıkıntılı bir durum. Çocukla konuşmak yerine sınıflarında bu konuyu anlatacağımı gelen veliye söyledim.
O zamana kadar Din kültürü derslerinde gusül abdesti bahsinde güsül abdestinin nasıl alınacağını anlatıyorduk fakat gusülü gerektiren durumların neler olduğunu anlatmak (sınıflar kız/erkek karışık olduğundan) bana biraz sıkıntılı geliyordu. Ben de "gusülü gerektiren durumlar nelerdir" diye ev ödevi veriyordum. Öğrenen öğreniyordu.
Velinin anlattıklarından bu konuda sıkıntı olduğunu anladım ve girdiğim yedinci ve sekizinci sınıflarda sadece bir ders için kızlara okul bahçesinde oyun izni verdim. Erkek öğrencilere konuyu şu şekilde anlattım:
"Sevgili gençler, bizler çocukluktan çıkıp biraz delikanlılığa doğru giderken vücudumuzda bazı değişiklikler oluyor değil mi? Bunları söyleyebilir misiniz?"
Çocuklar değişik cevaplar veriyorlar ben de çocuklardan gelen cevapları toparlıyorum.
"Evet seslerimiz kalınlaşmaya başlıyor. Bazılarımızın yüzlerinde sivilceler çıkıyor. boyumuz daha hızlı büyüyor. Bazılarının yüzlerinde seyrek de olsa sakallar/ bıyıklar bitmeye başlıyor vesaire. Bu değişiklikler vücudumuzdaki değişik hormanların çalışmaya başlamasıyla oluyor. Çocukluktan çıkıp bizim ergenlik dediğimiz delikanlılığa geçiş döneminde testesteron ve bazı hormonlar daha yoğun çalışmaya başlar. Bu hormonların ürettiği sıvı küçük bir havuzda toplanır. Bizi yaratan Rabbimiz bu havuzumuzun temizlenmesi için bedenimize bir sistem koymuş. Bizler uyuduğumuz bazı zamanlarda bu havuz boşalır. Bunu çamaşırımızın ıslaklığından veya oradaki değişik izlerden anlayabiliriz.
Bu durumun meydana gelmesi bizim ergenliğe girdiğimizin işaretidir. Artık bu kimseler Allah Tealanın emir ve yasaklarından büyük kimseler gibi sorumludurlar.
Ayrıca bu durumu yaşayan kişilerin her defasında, gusül abdesti veya boy abdesti dediğimiz abdesti almaları yani yıkanmaları farzdır. Bunu yapmadıktan sonra namaz kılmak, Kuran okumak gibi bazı ibadetleri yapamazlar. Bu durumu yaşayan kimseler yıkanıncaya kadar cünüp sayılırlar. En kısa zamanda yıkanmaları gerekmektedir.
Böyle durum başınıza geldiğinde sakın ailenizden utanmayınız. Tuvalete gitmek nasıl ayıp değilse, bu durumun oluşması da utanılacak bir şey değildir. Böyle durumlarda yıkanmanız ailelerinizi de memnun edecek onları çeşitli endişelerden kurtaracaktır.
Bu konuyu iyi anlayamayanlar varsa anlayan arkadaşlarından öğrenebilirler. Bu meseleyi bilenler ve anlayanlar parmak kaldırsınlar bakayim." (Bilenler biraz tebessümle parmak kaldırırlar. Meseleyi tam anlayamayanlar da kimlerden öğreneceğini görmüş olurlar) Not: Bu konuyu öğretmenlerin daha detaylı anlatması bazen sıkıntılara sebep olabiliyor buna da dikkat etmek gerekir.
(Bunu anlattığım dönemlerde Tavşanlı'da doğal gaz yoktu. Kaloriferli evler de hemen hemen yok gibiydi. Yani yıkanmak için banyo kazanını yakmak vs. biraz külfetli ve zaman isteyen bir işti. Bu sebeple çocukların bazıları pazar günü kazan yandığı için o gün yıkanıp, diğer günler yıkanmaktan çekiniyorlarmış)
Bu konuyu anlatırken cinselliği karıştırmadan meseleyi hormonlar üzerinden anlatmak meseleyi kolaylaştırıyor.
Çocukları ergenliğe ulaşmış anne-babalar isterlerse konuyu bu şekilde anlatabilirler.

EĞİTİM ANLAYIŞIMDA UFKUMU AÇAN BİR AYET-İ KERİME.

Kur'an-ı Kerim'i okurken doğal olarak Hz. Meryem'den bahseden Al-i İmran suresi 37. ayetini de değişik yer ve zamanlarda defalarca okumuşumdur. On yıl kadar önce Kuran okurken bu ayete geldiğimde bir bölümün kelimeleri dikkatimi çekti:
"...fe-enbetehe nebeten hasenen..." Fe-enbetehe: Onu bitirdi, yetitirdi. Nebeten hasenen: Güzel bitki (gibi)
Toplu manası:"... (Rabbi) Onu (Meryemi) Güzel bir bitki gibi yetiştirdi..."(Diyanet Vakfı Meali)
Bu bölüm üzerinde uzun süre düşündüm. Ayette, insan yetiştirmek bitki yetiştirmeye benzetiliyordu. Bu konuda tefekküre devam ettim.
Önce bitki tohumlarını düşündüm. Tohumları toprağa ektiğimizde hemen bitmesini, bittikten sonra da hemen meyve / sebze vermesini beklemiyoruz. Demek ki eğitim işi sabır işiydi ve bu, bir süreç içerisinde oluyordu. Öğrencinin zihnine, kalbine attığımız davranış tohumlarının yeşermesi ve istenilen aşamaya gelmesi için bir zaman gerekliydi. Nasıl ki değişik tohumların filizlenmesi ve ürün vermesi farklı farklıysa, öğretilen şeylerin davranışa dönüşmesi de kişiden kişiye farklılık gösterebilirdi.
Bir çiçeği düşündüm. Çiçeğin cinsine göre, suyuna, Güneşine, ortamına dikkat etmek gerekiyordu. Suyu fazla verildiğinde de, az verildiğinde de çiçek bundan zarar görüyordu. Uygun olmayan ortamlarda çiçek gerektiği gibi büyüyemiyor hatta giderek soluyor veya yapraklarını döküyordu. Demek ki eğitim metodu olarak verilmesi gerekenler çocuğun/öğrencinin ihtiyacına göre ne az ne de fazla olmalı ve zamanında verilmelidir. Ve eğitim için uygun ortam sağlanmalıdır.
Sonra meyvelerinde şekil bozukluğu olan bir elma ağacı düşündüm. Diyelim ki elma ağacımızın meyveleri yamru yumru olmaya başladı. Ziraat mühendisinden yardım istedik. Gelip tahlillerini yaptı ve bazı ilaçlar önerdi. O ilaçları verdiğimizde meyvelerin hemen düzelmesini beklemiyoruz, öbür sene meyvelerin düzelmesini bekliyoruz değil mi? Öğrencide veya çocuğumuzda bazı hatalı veya yanlış davranışlar gördük diyelim. Onları uyardık veya gerekli nasihatleri yaptık. Hemen ertesi günü davranışın düzelmesini beklemek ve bu konuda aceleci, olmak bizi ve muhatabımızı yorar ve ümitsizliğe sevkeder. Yani sabırla hareket etmek gerekir.
Son olarak, diyelim ki, tohumun ekilmesinden bitkinin yetişmesine kadar elimizden gelen her şeyi yaptık. Sonra ne yapıyoruz? Allah Teala'ya tevekkül ediyoruz değil mi? Çünkü onu büyütmek yetiştirmek Allah Teala'ya aittir. Bakarsınız kırağı vurur. Bakarsınız soğuk vurur. Bakarsınız fırtına veya dolu mahveder bu durumda bizim yapacağımız pek bir şey yoktur.
Eğitim de böyledir. Biz elimizden gelen her şeyi usulüne uygun yaptığımız halde sonuç bizim istediğimiz gibi olmayabilir de. O zaman da Allah Teala'nın takdiri deriz.

EĞİTİMİN ENGELLERİ

-Hocam çocuk ve genç eğitiminde yapılan yanlışlıklar nelerdir?
-Kardeşim, aceleci olmak (kısa zamanda netice beklemek), bıktırmak, hakaret etmek, inatlaşmak çocuk ve genç eğitiminin önündeki en büyük engellerdir. 
Hatta bıktırmak, hakaret etmek ve inatlaşmak çocukta/ gençte negatif etkiye sebep olabilirler.

EĞİTİM İKNA İLE OLUR

 -Hocam! Çocuk ve genç eğitiminde en önemli şeyler nelerdir?

*-Kardeşim, benim gözlemlerime ve tecrübelerime göre eğitimde en önemli şeylerden birisi, hatta en önemlisi ikna etmektir. Bunun değişik metotları vardır, süreç uzun zaman isteyebilir.

 Öğretildiği halde ikna edilmeyen çocuk  eğitilmiş sayılmaz.

UYKU İLACI

Dün bilgisayara fazla baktığımdan olsa gerek gözlerim acımaya başladı. Gidip uyudum. Geceleyin uyandığımda gözlerimdeki acımanın geçtiğini fark ettim.
Bunun üzerine biraz düşündüm, meğer "uyku ne güzel bir ilaçmış; ne güzel bir nimetmiş."
Mesela:
Ağır işler yaptığımızda yoruluyoruz, kımıldayacak halimiz kalmıyor. Uyuyoruz, sabaha dinç vaziyette kalkıyoruz.
Moralimiz bozuluyor veya bir şeye canımız sıkılıyor. Uyuyoruz, sabah kalktığımızda moralimiz düzelmiş, psikolojimiz normal hale gelmiş oluyor.
Kafamıza takılan bir meseleyi çözümleyemediğimiz durumlarda uyuduğumuzda sabahleyin yeni çözüm yolları bulabiliyoruz.
Uyku bizim hem bedenimizi hem zihnimizi dinlendiriyor. Hem de bilinç altımızı temizliyormuş.
Ayet-i Kerimede "Şayet Rabbinizin nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız" İşte uyku nimeti de bu nimetlerin en büyüklerinden. Kim bilir uykunun bize daha ne gibi faydaları vardır.(Bu konuyla ilgilenenler bilim insanları elbette bu konuda çok şey biliyorlar ve söylüyorlardır)
Her birimiz ortalama olarak günümüzün üçte biri veya dörtte birinde bu nimetten yararlanıyoruz. Rabbimizin verdiği tüm nimetler şükürler olsun. Özellikle uyku nimetine ayrıca şükürler olsun.
Ey Rabbimiz istirahatle geçirebildiğimiz saniyeler adedince sana hamd ediyor, şükürler ediyoruz. Bizi bu nimetinden de mahrum eyleme.
06/11/2022 ALİ USLU

MANŞET!

BIÇAĞI KARNINA Bİ SAPLARSAM...

Karşılaştığım ibretlik olayları pek unutmam. Kendimce ders çıkarmaya çalışırım. Bu gün, yaşadığım ibretlik (veya öyle algıladığım) bir olayı...