ÇEVRE ETKİLER, DEĞİŞTİRİR, DÖNÜŞTÜRÜR...

 Üniversite okumak için gönderdiği (manevi değerlere karşı duyarsızlaşan, ibadetlerinde tembellik gösteren) çocuğu ile ilgili endişelerini dile getiren arkadaşını dinleyen derviş dedi ki:

-Dostum! küçük yaşlarda çocuklarımız üzerinde ailesinin etkisi ne kadar önemliyse, büyüdüğünde de çevresi o kadar önemlidir.

Çevre etkiler, (Hem olumlu anlamda hem de olumsuz anlamda değiştirir ve dönüştürür dostum...

Bu etki ve değişim bazılarında oran olarak daha az olurken bazılarında tamamen olabilir.

Çevre önemlidir dostum hem de çok önemli... Belki bu sebeple Rabbimiz "Sadıklarla beraber olunuz" buyuruyor.

Tüm ifa

“ MEAL OKUMA” MES’ELESİ

Bu yazıyı 2016 yılında yazmıştım. Önemine binaen burada da paylaşıyorum (Ali Uslu) 

“ MEAL OKUMA” MES’ELESİ

Son yıllarda Kur’an-ı Kerim meali okumakla ilgili TV. de yapılan birkaç konuşmaya rastladım. Bazıları ısrarla(özet olarak) şu fikri savunuyorlar:

“Kur’anı anlamak için sadece mealinden okursanız yanlış hükümler çıkarabilirsiniz. Günaha girersiniz hatta bazı durumlarda dinden çıkarsınız.”
Önce şu soruyu sorayım. Bugün Arapça konuşulan, dili Arapça olan ülkelerdeki kişiler Kur'anı orijinalinden (Arapça olarak) okuduklarında ne kadar ve nasıl anlıyorlardır?
El cevap:
Eğer köklü bir dini tahsilleri yoksa, bu kişilerin Kur'anı okuduğu zaman anladığı şeyle, aynı seviyedeki bir Türk’ün meal okuduğunda anladığı şey birbirine yakındır. Daha açık bir ifadeyle mesela: Bizim fen lisesine giden bir öğrencimizin, güvenilir bir meali okuduğunda anladığı şeyle, Suriye ve Mısır'da Kur'an okuyan Fen lisesi ayarındaki bir lise öğrencisinin anladığı şeyler birbirine yakındır.
Yani meal okunduğunda yanlış anlaşılabilir diye” meal okumayın” derseniz; Aynı mantıkla Arapça konuşan ülkelerin çocuklarına da Kur'an okumayın demeniz gerekir.
Halbuki Kur’anın bir çok ayetinde ayetlerden öğüt almamız istenir. Öğüt alabilmemiz için ise okuduğumuzu anlamamız gerekir. Anlayabilmek için de ya Arapça öğreneceğiz (ki bu birçokları için çok zor) Ya da mealinden okuyacağız.
(Değişik birkaç mealden okursak ayetlerdeki maksadı daha iyi anlayabiliriz.)
Kamer suresinde dört kez “Andolsun, biz Kur'anı düşünülüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?” Buyrulur. O zaman Kur'an kolay kolay anlaşılmaz diyenler biraz daha düşünsünler. Kur’anın öğüt alınacak yerleri genelde kolaylıkla anlaşılır ve her kes kapasitesine göre dersler çıkarabilir.
Evet, Kur’an meali okuyarak herkes kapasitesine göre öğütler alabilir, dersler çıkarabilir. Fakat hüküm çıkaramaz. Çünkü hüküm çıkarmak alimlerin işidir.
Yani; Kur'andan dersler çıkarmak, öğüt almak bütün müslümanların işi, hüküm çıkarmak ise alimlerin işidir."
Mealden hüküm çıkarmaya çalıştığımızda yanlışa düşebiliriz.
Şöyle bir örnek versem umarım hata olmaz. Bizler, tıpla ilgili, sağlıkla ilgili kitaplar, makaleler okuyarak sağlıkla ilgili bilgiler edinip dersler çıkarabiliriz. Fakat ilaç yazmaya başlarsak haddimizi aşmış oluruz.
Not: 1- Hüküm bildiren ahkam ayetlerini daha iyi anlayabilmek için fıkıh kitaplarına müracaat edilebilir.
2- Anlayamadığımız ayetleri daha iyi anlayabilmek için ilim ehline sorabiliriz veya değişik tefsirlerden yararlanabiliriz.

EMEKLİLİKTE CAN SIKINTISI

Bu gün çarşıda eski öğrencilerimden birisiyle karşılaştım. Selamlaşma ve hal hatır sorma faslından sonra sordu:
-Hocam emeklilik nasıl gidiyor? Canınız sıkılmıyor mu? Nasıl vakit geçiriyorsunuz?
"Yoo hiç sıkılmıyor" dedim.
Kısa bir müddet düşününce bunun sebeplerini kavradım.
Benim can sıkıntısından uzak yaşamamdaki esas etken mümin olmamdan kaynaklanıyordu. Şöyle ki:
Günlük hayatımı namaz vakitlerine göre planlamıştım. Namaza hazırlık, abdest alma, (Nefsime ve şeytana galip geldiğimde) camiye gitme, namaz kılma, tekrar eve gelme bunlar bayağı bir zaman alıyordu. Ayrıca camiye gidiş gelişlerdeki yürüme ve namazlardaki hareketler sebebiyle bedenim de rahatlıyordu. Ayrıca namazın verdiği manevi huzur sayesinde hem bir arınmışlık duygusu yaşıyor insan hem de ruhsal bir doyuma ulaşıyor.
Ayrıca namazdan çıkan kişilerin birbirleriyle konuşması, dertleşmesi de bir nevi psikoterapi gibi.
Evde yaptığımız Kur'an okuma, anlamı üzerinde düşünme gerekirse tefsirlere bakma eylemi de hem vaktimizin dolu geçmesine yarıyor hem de manevi olarak doyuma ulaşmamıza sebep olan önemli bir aktivite oluyordu benim için.
Bunun haricinde bize danışan eski öğrencilerimize yol göstermek, haftalık sohbetler, eş,dost arkadaş ziyaretleri de beni rahatlatan şeyler.
Bir de tecrübelerimizinden başkalarının da istifade edebilmesi için yazı yazmamız ve sosyal medyada paylaşmamız da bizim canımızın sıkılmasına fırsat vermiyor.
Bütün bunlara baktığımda pek çok faaliyetimizin altında mümin bir kul olduğumun yattığını farkettim.
Mümin olduğum için tekrardan şükrettim. Ahiretteki kazancı elbette çok önemlidir. Fakat mümin olmanın dünyadaki kazancının da (hele emeklilikte) oldukça fazla olduğunu fark ettim.
Düşünsenize altmış yaşından sonra bizler kendimizi nerelerde avutabilirdik. Gençlikte kişinin hoşuna giden pek çok şey belli yaştan sonra anlamsız gelir doğal olarak. Dünyaya ait beklentiler de azalmış veya bitmiş oluyor. Ahirete inanmayan kişiler bu yaştan sonra her gün zarar eden ve iflas edeceğini gören tüccar psikolojisi yaşarlar. Bunu unutmak için de kendini saçma sapan şeylerle meşgul edebilirler.
Fakat mümin kişi kendisini iflas eden bir tüccar gibi, değil de yaptığı çalışmalarının ücretini almaya hazırlanan kişi gibi hisseder. Fakat Ahireti kazandığımız bilgisi garanti olmadığına göre son nefese kadar Ahiret hazırlığına devam etmenin gereğini bilmesi de bir mümini daha çok çalışmaya sevk edeceğinden tembelliğe dolayısıyla can sıkıntısına vakit bulamaz.
İyi ki mümin olmuşuz. İyi ki Müslüman olmuşuz. Bizlere hidayet bahşeden Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun.
Rabbim imanla yaşamayı, emaneti teslim zamanı gelince imanla ruhumuzu teslim edebilmeyi ve iyilerle/ müminlerle birlikte haşrolmayı hepimize nasip eylesin.
28/01/2023 ALİ USLU - TAVŞANLI.
Tüm if

 Pis olan hoşuna gitse de

HADDİ AŞMAK/AŞMAMAK

 ...Sohbetin sonunda dervişe sordular

-Derviş en çok çekindiğin şey nedir?
Derviş biraz düşündükten sonra cevap verdi: "Haddimi aşmaktan çekinirim/ korkarım."
Biraz sustuktan sonra devam etti: "Burada esas mesele haddimizin/ sınırlarımızın neler ve nereler olduğunu bilmektir.
Mesela ilmimizin sınırları nereleridir. Hangi konuda nereye kadar konuştuğumda sınırlar içerisinde kalırım? Nerelerden sonra haddimi aşmış olurum?
Doğaya karşı sınırlarım nelerdir? Ne yaptığımda haddimi aşmış olurum?
İnsanlarla münasebetlerimde nereler sınır içi nereler sınır dışıdır?
"Allah Teala'ya karşı ne yaparsam haddimi aşmış olurum?" meselesi de çok önemlidir. Fakat bu konunun sınırları Kur'anımız ve Peygamber Efendimiz tarafından belirlendiği için müminler insiyatif kullanmazlar. Sadece belirlenen sınırlara dikkat etmeleri gerekir ki insan o zaman bu konuda haddi aşmamış olur."

ÇİFT KAMERA

 ÇİFT KAMERA

Bu gün sabah kalktığımızdan beri başımızdaki çift kamera (gözlerimiz ile) devamlı kayıt yapıyoruz. Ne şarzımız bitiyor ne hafızamız doluyor.
Her gün 10-18 saat arası kullandığımız bu çok önemli nimetler için, bu nimetleri verene teşekkür ediyor muyuz?
Bu gün düşündüm de ben çoktan beri özel olarak gözlerim için şükür etmemişim.
Ayette, insanların nankörlüğünden bahseder.
Rabbim bizleri nankörlerden olmaktan muhafaza eylesin.
Nimetlerinin farkına varıp şükretmeyi nasip eylesin.

EĞİTİMDE (BİR KÖTÜ, BİR İYİ) İKİ ÖRNEK

 KÜÇÜCÜK BİR ÖĞRETMEN, KOCAMAN BİR ÖĞRENCİ

Hayat hikayemdem bahsetmeyi pek haz etmem. Lakin bazen kaçınılmaz bir gereklilik oluyor, bahsetmek zorunda kalıyorum. Bu yazı da bahsedeceklerim o kabilden...
İlkokulu Doğu Anadolu'nun mahrumiyet şartlarının hüküm sürdüğü Erzurum ilinin İspir ilçesine ait nüfus yoğunluğu bakımından ilçenin en büyük köylerinden birinde; Duruköy'de okudum.
Köyümüzün ilkokulu evimize çok uzak sayılmaz. Yürüme mesafesi 5 dakikasını alır insanın. Okulumuzun birinci sınıfından beşinci sınıfına kadar kaç sınıf ve kaç ders varsa -ki bilemiyorum- hepsine tek bir öğretmenin derse girdiğini çok net hatırlıyorum. İlkokul öğretmenimiz sırayla 15-20 dakikalık periyotlarla sınıfları gezer, girdiği sınıfa o kadar sürede dersini anlatmaya çalışır, öğrencilere ödevlerini verir sonra bir başka sınıfa geçerdi, benim bulunduğum sınıfa öğretmenin ikinci kez uğraması ya öğleden sonra son derse, yahut bir sonraki güne kalırdı.
Beş yıllık İlkokul öğrenimim süresince sadece bir tane öğretmenim oldu. Yaşım gereği öğretmenimin hayatta olduğunu zannetmiyorum, yine de hayattaysa Allah afiyet versin ölmüş ise rahmet eylesin!
İlkokuldan mezun olduğum yılın yazında hafızlık için Kur'ân kusuna başladım ve iki yılın sonunda hafızlığımı ikmal ettim. Ardından vakit kaybetmeden Bursa İmam-Hatip Lisesinin ortakul kısmına başladım.
İmam-Hatibin ortaokul kısmına başladığım yıl itibariyle ailecek Bursa'ya yeni taşınmıştık mahrumiyetten kaçarcasına...
Allah selamet versin, babam ilkokul okuyamamış, okumayı yazmayı asker ocağında onun ifadesiyle "Ali Mektebinde" öğrenmiş...
Ben ortaokula başladığımda babam kamyonculuk yapıyordu. Kum, çakıl, hafriyat işleri, nakliye vs. Bu arada babamın ilkokul diploması olmadığı için ehliyet almasına olanağı yoktu. Şoför çalıştırıyordu. Bu da kazancını düşürüyordu. O, benim 18 yaşını doldurup ehliyet almamı ve kamyonun direksiyonunun başına geçmemi planlıyormuş kafasında. Böylece ele güne şoför diye muhtaç olmayacaktı. Bu yüzden de İmam-Hatibin ortaokul kısmına kayıt yaptırmam hiç kolay olmadı. Ben babama "Baba, ben İmam-Hatipte okumak istiyorum, beni kayıt yaptır!" dediğimde "okuyup ta ne yapacaksın, olmaz!" diye cevap verip kesip attı. Kale içten fethedilir mantığıyla annemi devreye soktum. Lakin onun talep ve telkinleri de babamın sert, dediğim dedik mizacının duvarına tosladı. Kayıtların süresinin dolmasına bir hafta zaman kalmıştı. Ne de olsa babamın oğluyum ben de inat ettim, talebimden tabii ki vazgeçip pes etmedim.
Babamın işe gittiği bir gün annemle kafa kafaya verip bir senaryo hazırladık. Ben, babam İmam-Hatibe kaydımı yaptırmadığı için evden kaçmış çocuk rolünü oynayacaktım, annem de çocuğu evden kaçmış ne yapacağını bilemeyen, panik ve endişe içinde gözyaşı döken, yer yer kocasını suçlayan, sorumlu tutan anne rolünü...
Filmi oynamaya başlamıştık annemle. Babamın işten gelmesine yakın bir zaman yemeğimi yemiş olarak müstakil evimizin bahçesinin bir köşesinde kocaman dalları olan incir ağacının altında yer alan kömürlükte çuvalların ardına kamufle olarak bir güzel saklandım. Babam eve girer girmez annem feryat figan bir halde "oğlanı okula kayderttirmedin, evden kaçıyorum deyip kaçıp gitti, öğleden bu yana ortalarda yok, başına bir iş gelmesin, sen nasıl babasın, çocuk okuyacağım diyor, sen olmaz diyorsun..." diyerek babamı ateşledi. Babam: "hava kararınca çıkıp gelir, nereye gidecek, biraz bekle hele." diyerek annemi teskin etmeye çalıştı.
Mevsim yaz olduğu için ve oturma odasının saklandığım kömürlüğe bakan taraftaki penceresi açık olduğu için annemle babam arasında geçen bütün konuşmaları duyabiliyordum. Akşam karanlık bastı, babam daha fazla dayanamadı ve sokağa çıkıp beni aramaya koyuldu. Saatler sonra tabii ki eli boş döndü, nedense kömürlüğe bakmak aklına gelmedi. Bir geceyi kömürlükte geçirdim. Sabahın erken saatlerinde nasıl olsa geri dönerim umudunu taşıyarak belki de yine işe gitti babam. Annem gece boyu açık vermemiş rolünü hakkıyla oynamıştı çok şükür!
Babamın işe gitmiş olmasını fırsat bilerek kömürlükten çıkıp eve geçtim. Temizlenip elbiselerimi değiştirdim, ardından kahvaltıyı yapıp bir kaç saat uyku çektim. Uyandıktan sonra annemle bu oyunu birkaç gün oynayacağımız konusunda yine teyitleştik, kadıncağız bir kaç gece kömürlükte rezillik çekmeme daha büyüğünden beni esirgediği için olsa gerek anne yüreğine rağmen razı olmuştu. Babamın işten dönüş vakti yaklaşmıştı. Ben yine kömürlükte vaziyetimi aldım. Eve girer girmez annem tepkinin, feryat figanın dozunu biraz daha artırdı. Babam: "o vicdansız hala gelmedi mi?" deyip sövüp sayaraktan beni aramak için gerisin geriye dışarı çıktı. Sonuç; saatler sonra yine eli boş geri döndü. Kömürlükte farelerin tıkırtıları, kemirme sesleri arasında ve zifiri karanlıkta ikinci geceyi de geçirdim. Sabahleyin babam işinden yine geri durmadı. Kapıdan çıkarken anneme: "o vicdansız eve gelirse söyle kaçmasına gerek yok, tamam okula kaydını yaptıracağım" deyip işe gitti.
Dünyalar benim oldu. Duyacağımı duymuştum. Annemle canlandırdığımız senaryo başarıyla sonuçlanmıştı. Bir süre sonra kömürlükten çıkıp yine banyomu yaparak üstümü başı değiştirdim, karnımı doyurup uykumu çektim.
Ancak ne olur ne olmaz babam eve geldiğinde beni bitkin ve uyur vaziyette bulmalıydı. Öyle de oldu. Beni yatakta dizlerimi karnıma çekip büzülmüş vaziyette yattığımı görünce yelkenleri indiriverdi büsbütün. Ertesi gün kayıt yaptırmak için İmam-Hatipteyiz babamla. Bu, babamın öğrenim hayatım boyunca okuluma ilk ve son gelişiydi.
Hayat kimi insanlar için en başından kolay planlanmıştır. Benim gibileri için ise aksine...
Derdin biri biterken diğeriyle boğuşmak varmış benim hayat planımda. İlkokul eğitimimin ne kadar yetersiz ve kötü sonuçlanmış olduğunu ortaokul birinci sınıfta anladım. Dersimiz Türkçe, öğretmenimiz bir bayan. Bilerek hanımefendi demiyorum, çünkü hiç hak etmiyor, bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum diyen bir medeniyetin nesli olmaklığıma rağmen...Türkçe öğretmenimiz kısa boylu biri idi, şen şakrak bir yapıya sahipti. Kahkahalar atarak gülerdi otuz iki dişini birden göstererek. Güldüğünde kahka Sınıftaki öğrenciler olarak okuma metinlerini sırayla okurduk. Bir gün okuma sırası bana geldi. İlkokul birinci sınıfın ikinci dönemindeki bir öğrenci gibi heceleyerek okuyabiliyorum, biraz da Erzurum şivesiyle, henüz ilk paragrafı bitirmemişken öğretmenim kahkahaya boğuldu. Ardından ben hariç bütün sınıf...Utandım, kızardım, terledim, küçüldüm, ezim ezim oldum. Sonraki ders yine aynı sahne, bir sonraki ders yine hakeza. Artık Türkçe derslerimiz öğretmenimiz için terapi gibiydi. Sinir stres namına neyi varsa üzerime boca ediyordu. Uzun süre böyle devam etti ne yazık ki.
Bir gün okula gitmek üzere otobüs durağında bekliyorum. Dalmış olmalıyım, omzuma dokunan elin sahibinin bana doğru geldiğini görememişim. Kadife gibi yumuşak, bal gibi tatlı bir ses tonu ile "selamün aleyküm!" diyen kişiye baktım, benden 5-6 yaş büyük, uzun boylu, yüzü mütebessim biri duruyordu karşımda. Tanıştık, o da benim gittiğim İmam-Hatipte lise ikinci sınıfı okuyormuş. Dadaşmış ve bizim mahalleden bir alt mahallede oturuyormuş üstelik.
Örgün bir eğitim kurumunda, sınıf ortamında ve iki dönemlik eğitim-öğretim süresinde öğrencisine eğitim-öğretim adına bir şeyler veremeyen, istendik davranışları ona kazandıramayan, aksine öğrencisi üzerinden dersini güldürgüldür skecine dönüştüren bir Türkçe öğretmeni mi, yoksa otobüs durağında bunu bir kaç günde ayaküstü konuşmalar esnasında başarabilen lise ikinci sınıf öğrencisi mi daha büyük? Benim nazarımda ilki küçücük bir Türkçe öğretmeni, ikincisi kocaman bir lise ikinci sınıf öğrencisi.
Kendisine "İbrahim abi" diye hitap ettiğim o lise ikinci sınıf öğrencisi bir gün yine otobüs durağında beklerken "Dervişciğim, sen hem Bursa'da hem okulda yenisin, bir derdin, bir sorunun olursa çekinme, bana söyle, ben elimden geldiği kadar sana yardımcı olurum." dedi. Duyduğum gayet samimi bu sözlerden sonra İbrahim abime açılıverdim. Dedim ki "Abi, benim büyük bir derdim var, bununla nasıl baş edeceğimi bilemiyorum." Dedi ki "Hayır olsun, anlat bakalım, derdi veren Allah devayı da verir." Türkçe okumamın yeterli olmadığından, öğretmenimin sırf üzerimden gülüp eğlenmek için okuma parçalarını hep bana okutturduğundan, utandığımdan, ezildiğimden, zaman zaman okulu bırakmayı düşündüğümden bahsettim. İbrahim abi, nezaketi elden bırakmadan öğretmen hakkında bir hayli söylendi, sonra dönüp bana "Dervişciğim dert dediğin bu mu, Türkçe okumanın gelişmesi konusunda ben sana yardımcı olacağım, sen de inadına okulu bırakmayıp o öğretmeni mahcup edecek düzeye geleceksin, anlaştık mı?" dedi. Ben lafın gelişi "anlaştık abi" dedim. Ama dediği nasıl olacaktı bana pek mümkün gelmedi.
Ertesi gün yine durakta otobüs bekliyorum. İbrahim abinin, elinde bir düzine kitap olduğu halde alt geçitten çıktığını gördüm. Direkt bana doğru geldi. Selamlaşma ve hal hatır sormadan sonra elinde tuttuğu kitapları bana uzattı ve "Bak Dervişciğim, Türkçeni bol bol kitap okuyarak ilerleteceksin, bunun tek yolu bu. Bu kitapları sana getirdim. Benden sana hediye. Bunların hepsini okuyacaksın, bitirdiğinde yenilerini getireceğim, anlaştık mı?" dedi. Ne kadar mutlu olduğumu, içimin nasıl kıpır kıpır hale geldiğini anlatamam. Hem bir düzine kitap hediye edilmişti bana, hemde sımsıcak bir alaka esirgenmemişti benden. O güne kadar karşılaştığım bir şey değildi bu.
Haftasonu evdeyim. İbrahim abimin verdiği kitapları elime aldım. En üste kapağında kartal bakışlı, kafkas yöresine ait kisvesiyle simsiyah sakallı bir adam potresi vardı. Kitabın adını hiç unutmam. Kafkas Kartalı Şeyh Şamil. İlk okuduğum roman buydu İbrahim abimin sayesinde. Sabah kahvaltısından sonra elime aldığım bu romanın üçte birini zayıf okuyuşuma rağmen günün sonuna kadar okudum. Kısa sürede diğer kitapları da okuyup bitirdim.
Sonraki karşılaşmalarımızda İbrahim abimden bir iyilik daha gördüm. Kitapları kısa sürede bitirdiğimi öğrenince "Dervişciğim, bende olan diğer kitapları da sana getireceğim, ancak öyle görünüyor ki sana kitap yetiştiremiyeceğim ben, sana kitapçılar çarşısını tarif etsem, gidip oradan hoşuna gicek bazı kitapları satın alsan nasıl olur?" dedi. Ben: "Abi sana zahmet veriyorum, iyi olur tabii ki, ben okudukça gider kitap alırım." dedim.
O günden sonra kitapçılar çarşısını su yolu edinmiştim. Gece saat 3'lere kadar kendimi kitapların içinde kaybettim uzun süre. Sayısız kitap okudum. Onca kitabı nasıl aldığıma gelince, bir ayran ve bir simit parasıyla elbette. Okulda derslerim günboyu idi. Öğlen yemeği yerine geçiştirmelikle yetiniyordum mecburen, okulu bırakayım, şoförlüğü öğreneyim diye dört gözle bekleyen babam bir simit ve bir ayran parasını zar zor, çoğu kere de anamın dahliyle veriyordu. Kitap okuma alışkanlığını kazandıktan sonra benim simit ve ayran parası hep kitaba gitti. Sabah kahvaltısını sağlam yapıp okula gidiyordum, öğlen açlığımı unutmaya çalışıyordum. Paraları biriktirip haftada bazen bir bazen küçük hacimli iki kitap satın alıp okuyordum. Günden güne kitaplarım birikti, evde küçük çaplı bir kitaplık oluştu. Bir gün gözünü kitaplığa diken babam: "Ulan, bunca kitabı nereden alıyorsun, yoksa çalıyor musun?" demesin mi! Durumu anlattığımda hoşuna gitmiş olmalı ki harçlığımı iki cantık bir ayran alacak miktara yükseltti. Hoş, ben yine kitap almaktan geri durmadım ya, aksine daha fazlasını aldım ve her aldığım kitabı da okudum.
Artık ortaokul üçüncü sınıftayım. Türkçe öğretmenim değişmişti. Ben de çok değişmiştim bittabi. Öğretmenimiz derste bize bir atasözü, bir kelam-ı kibarı verip kompozisyon yazmamızı isterdi. Yazdığım kompozisyonların her birini beni tahtaya çıkartıp okuttururdu. Birinci sınıftaki öğretmenim gibi kahkahaya boğulmak için değil, aksine takdir etmek ve sınıfa örnek göstermek için. Allah, Mehmet öğretmenimden razı olsun! Sonrak zamanlar okul genelinde yapılan kompozisyon yarışmalarında dereceye girdim, lise yıllarımda ise ezber hadis ve hutbe yazıp okuma yarışmalarında farklı derecelerim oldu. Henüz lise üçüncü sınıfta iken camide vaaz verip cuma hutbesi okuyabiliyordum. Kimin sayesinde, küçücük bir öğretmenin mi yoksa kocaman bir öğrencinin mi?
Allah, özellikle eğitim-öğretim çağındaki yavrularımızı, gençlerimizi iyilerle, doğru insanlarla, rol model öğretmenlerle karşılaştırsın! Öğretmen deyip geçmeyeceksin. Herkes öğretmen olamaz ya da bizden ifadesiyle muallim...Tıpkı bilinmedik sulara doğru yelken açmış bir geminin dümenindeki tecrübeli kaptan gibi benim eğitim-öğretim hayatımın doğru rotada seyrinde hiçbir zaman yadsıyamayacağım, unutamayacağım büyük ve önemli katkısı olan lise ikinci sınıf öğrencisi İbrahim abim de elbetteki bir öğretmenin veya öğretmenlerin eseri. Bu hakkı da açık yüreklilikle teslim edenlerdenim. Yazımın başlığına çok takılmayın, o sırf dikkat çekmeye matuf. Filhakika, işini hakkıyla yapan bir öğretmen, bir muallim daima öğrencisinden büyüktür.
14.01.2023
Sen, Süleyman Tuğrul, Osman Bayramoğlu ve 30 diğer kişi

NAMAZLA İLGİLİ KÜÇÜK BİR ÇALIŞMAMIZ.

Hepimizin malumudur ki namaz ibadeti Kur'anın bir çok ayetinde bize emredilen bir ibadettir.

Namaz ibadetinde diğer bazı ibadetlerden bölümler de vardır. Mesela namaz kılarken bir şey yeyip içmeyiz, adeta o anda oruç tutarız.

Yine kıblemiz olarak Kabe-i Muazzama'ya yönelerek Hac ve Umre ibadetinin merkezine yöneliriz.

Yine namazda, Tekbir getirme, hamdetme, Kur'an okuma, Peygamber Efendimizin yaptığı bazı dualarla dua etme, zikir, tesbihatta bulunma, salavat getirme, Kelime-i şehadet getirme, selam verme gibi ibadetlerin tümünü yapmış oluruz.

Namaz kıldığımızda Kuran'da bize emir veya tavsiye edilmiş bir çok değişik ibadetleri de yerine getirmiş oluyoruz.

Mesela:

 "وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً..."

"ve tekbir getirerek O’nun şanını yücelt!"  (İsrâ; 111) 

وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ

"Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir."  (Müddessir; 3) 

Gerek namaza başlarken gerekse rükünlardan diğerine geçerken ALLAHU EKBER diyerek TEKBİR alıyoruz.

                   يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْراً كَث۪يراًۙ ... وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلاً

"Ey inananlar! Allah'ı çokça zikredin.Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin."(Ahzâb;41-42) 

Namaza başladığımızda SÜBHANEKE DUASINI okuyarak Onu tesbih ediyoruz. Sabah, akşam ve yatsı namazlarını kılarak Onu sabah akşam hem sübhaneke duasını okurken hem de rükü ve secdelerde tesbih etmiş oluyoruz. Ayrıca Namazın her rükününda (erkanında) onu zikretmiş oluyoruz.

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

"Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nâil olasınız."  (A'râf; 204) 

Cemaatle namaz kılarken imamın okuduğu ayetleri SESSİZCE DİNLİYORUZ

...فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ... 

"... O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın,..."  (Müzzemmil; 20) 

FATİHA ,SURE veya ayetler OKUYORUZ.

فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ

"Öyleyse (Azim) yüce Rabbinin adını tesbih et."  (Vâkıa; 96) 

Rükuda SÜBHANE RABBİYEL AZİM diyoruz.

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ

" (A'la) Yüce Rabbinin adını tespih et."  (A'lâ; 1) 

Secdelerde SÜBHANE RABBİYE'L- A'LA diyoruz.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ

"Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz."  (Hac; 77) 

Namazın her rekatında bir RÜKU ve iki SECDE yapıyoruz.

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ  وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ

"Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû' ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır.  Mü'minleri müjdele."  (Tevbe; 112)

1-Fatiha Suresinin birinci ayetinde HAMDEDİYORUZ.

2-Rükudan doğrulunca RABBENA LEKEL HAMD diyerek HAMDEDİYORUZ. 

اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يماً

"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin."  (Ahzâb; 56) 

Bazı namazlarımızda her iki oturuşta bazılarında son oturuşlarda SALLİ-BARİK dualarını okuyoruz

وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ

"Rabbinin adını an ve bütün benliğinle O'na yönel."  (Müzzemmil; 8) 

* Namazın her rükununda ONA YÖNELİYOR ve ONU ANIYORUZ.

كَلَّاۜ  لَا تُطِعْهُ وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ

"Hayır! Sakın sen ona uyma; secde et ve Rabbine yaklaş."  (Alak; 19) 

*İhlasla yapılan her secde bizi Rabbimize yaklaştırır. Dolayısıyla her namaz mü'min kişiyi Allah Teala'ya manen yaklaştırır.

NAMAZ KİŞİYİ TEMİZ YAPAR

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبَيْنِۜ وَاِنْ كُنْتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواۜ 

"Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. ..."  (Mâide; 6)  

Namaza başlamadan ABDEST ALIYORUZ. Gerekirse boy abdesti alıyoruz ve temizleniyoruz.

وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ...

"... Allah da çok temizlenenleri sever."  (Tevbe; 108) 

وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ

"Elbiseni tertemiz tut."  (Müddessir; 4) 

Namaz kılarken GİYSİLERİMİZİN, NAMAZ KILACAĞIMIZ YERLERİN  ve BEDENİMİZİN temiz olmasına dikkat ediyoruz. 

NAMAZ BİZİM GÜNAHLARIMIZI TEMİZLEYEREK MANEVİ OLARAK DA TEMİZLER

وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ

"Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü (hasenat) iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır."  (Hûd; 114) 

Ayrıca Peygamber Efendimiz namaz kılmayı nehirde yıkanmaya benzettiği meşhur hadislerinde de bu durumu bildirmiştir.

HAKKIYLA EDA EDİLEN NAMAZ KİŞİYİ GÜNAHLARDAN VE AHLAKSIZLIKTAN UZAK TUTAR

اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ  اَكْبَرُۜ  وَاللّٰهُ  يَعْلَمُ  مَا  تَصْنَعُونَ

"(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor."  (Ankebût; 45) 

Nasıl ki yüklediğimiz antivirüs programı bilgisayarımızı zararlı virüslere karşı koruyorsa, kıldığımız beş vakit namaz da bize günah ve ahlaksızlıklardan korur. Teşbihte hata olmaz ise namazı günah ve ahlaksızlıklara karşı çok etkili ilahi bir antivirüs programı gibi düşünebiliriz.

Mevzuyu toparlar isek namaz ibadeti içinde bir çok vitamini ve faydalı minaralleri toplamış bir besin gibidir ki onu yiyen kişi nasıl bir çok vitamin ve faydalı minarali de alıyorsa, namaz ibadeti de  içerisinde bir çok değişik ibadeti toplamıştır. Namaz kılan kişi farkına varmadan bir çok değişik ibadeti yapmış (değişik manevi gıdaları almış) Bu sayede manevi bağışıklık sistemi güçlenmiştir. Ayrıca Kur'anda emir veya tavsiye edilen bir çok görevleri de yerine getirmiş olur.

  ALİ USLU  -  TAVŞANLI

RUHUN AÇLIĞI

 İnsanoğlu hangi ırka, hangi kültüre, hangi sosyal sınıfa ve hangi inanca sahip olursa olsun uzun zaman miğdesine yiyecek ve içecek bir şeyler girmediğinde güçsüz düşer ve perişan olur. Çünkü Yaratıcımızın koyduğu biyolojik kural budur. Bazı insanların bir yaratıcıya inanmaması bu gerçeği değiştirmez.

Aynı şekilde insanlar hangi ırka, kültüre, sosyal sınıfa ve inanca sahip olurlarsa olsunlar Allah'a ibadet etmedikçe, kalpleri Allah'ı zikretmedikçe ruhen doymadığı için iç alemlerinde hep bir yoksunluk duygusu yaşayacak ve bunu gidermek için çok değişik yollara başvuracaklardır. Bu başvurulan tatmin yolları geçici olarak ruhtaki açlığı bastırsalar da hiç bir zaman gerçek anlamda ruhlarındaki açlık doymayacaktır. bu durum annesinin sütüne ihtiyaç duyup ağlayan bebeğe emzik vererek bebeği rahatlatmak gibidir.

Yaratıcımızın biz kulla bildirdiği Ra'd suresi 28. ayetteki psikolojik bir yasayı hatırlatayım:

"... Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." Ra'd : 28

Bu ayete inanmayanlar için sonuç değişmeyecektir.

Dünyalık bir çok şeyi elde ettiği halde iç aleminde huzuru yakalayamayıp kendisini uyuşturucuya, eğlenceye veren veya intihar edenleri incelediğimizde ayet-i kerimeyi daha iyi anlayabiliriz.

ÖĞRETMENİ MUAYENE ETMEK İSTEYEN KAYMAKAM

 Çarşamba akşamı Eğitim-bir Sen Tavşanlı Temsilciliğine uğrayıp yönetime yeni seçilen öğretmenlerimizi tebrik edip hasb-i hal eyledik. Tavşanlı'da sendikanın şubesini Rahmetli Yasin Çetin hocamız ve bir kaç arkadaşla beraber kurmuştuk. O günlerden ve zorluklarından bahsettik.

Eve geldikten sonra da rahmetlinin sendika sebebiyle başına gelenleri düşünmeye devam ettim. 28 şubatın baskıcı günleriydi. Bizler bir kaç arkadaş Sendika, Ensar vakfı ve Alternatif radyo ile ilgileniyorduk.  Bekir Sıtkı Hanlıoğlu isminde bir kaymakam vardı.  Bu  şahıs en küçük şeyleri bahane ederek üzerimize baskı kurmaya çalışıyordu.

İmam Hatip Lisesine giden, o zamana kadar baş örtüsüyle okuyan kızlarımızın baş örtüsünü çıkarmaları için kaymakam okul idaresine baskı yapıyordu. Buna tepki olarak Cumhuriyet meydanında bir protesto eylemi yapıldı. Eylem sırasında Yasin hoca o civarda bulunduğu için Kaymakamın emriyle açığa alındı. Bir kaç ay sonra mahkeme kararıyla geri döndü.

Bizler hasta olup rapor aldığımızda raporu okul idaresine teslim ettiğimizde mesele biterdi. Okul da raporu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderir orada işleme konulurdu.

Bahsettiğim kaymakam "rapor alan öğretmenler raporlarını bizzat bana getirecekler" diye İlçeye talimat vermiş. Böylece rapor alanlar İlçe Milli Eğitime oradan kaymakamlığa gidiyorlardı. Zannedersem 1999 yılıydı. Rahmetli Yasin hocamız hastalanıyor. Hastahaneye veya Sağlık ocağına gidiyor. Doktor rapor veriyor. Raporu kaymakam Bekir Sıtkı Hanlıoğlu'na götürüyor. Maalesef  belki Türkiye'de ilk defa olan bir olay meydana geliyor.  Kaymakam kalkıp Yasin hocamızın önüne geliyor ve "Ağzını aç ve AAA  de bakalım" diyor.

Yasin hocamız "Beni doktor muayene etti ve raporu o verdi. İstersen imzalamayabilirsin" diyor ve çıkıyor. Bu olayı bana anlattığında tabii hem üzüldüm hem de çok kızdım. Dedim ki: "Yasin hocam çok kibar adamsın. Seni muayene etmek isteyip ağzını aç dediğinde,

"Kaymakam bey benim sıkıntım idrar yollarında deseydin ya... Bakalım o zaman ne yapacaktı... " 

"Aklıma gelmedi" dedi. Fakat aklına gelseydi de bunu muhtemelen yapmazdı çünkü çok kibar insandı. Fakat bu tip bir kişiye de birilerinin haddini bildirmesi bence gerekirdi.

Tarihe not düşme adına bu olayı anlatmak istedim. Allah Teala bu tür kompleksli zihniyete fırsat vermesin.

07/01/2023     TAVŞANLI -   ALİ USLU

BEŞ DAKİKA TEFEKKÜR

Değerli kardeşim,
Sadece beş dakikanı ayırıp ellerini ve kollarını inceleyebilir misin?
Mesela, parmak uçlarından başla, tırnakları incele. Parmakların yapısı, şekli, eklem yerleri ve işlevleri üzerinde düşün. Baş parmağın diğer dört parmağın karşısında olmasının hikmetlerini anlamaya çalış.
Ellerdeki, özellikle parmak uçlarındaki hislerin yoğunluğunu ve hikmetini düşün.
Parmakların kemik yapısı, kemikleri saran et, kas ve sinirlerin dizilişini, uyumunu ve işlevlerini düşün. Sonra onları kaplayan güzel bir ambalaj olan deriyi düşün...
Bu derilerimiz, hem bir güzellik sağlıyor, hem bir çok şeye rahatça dokunabiliyoruz, hem de mikrop gibi zararlıların bedenimize girmesi engelleniyor. Ayrıca parmak uçlarımızdaki derimize kimlik bilgilerimiz kotlanmış.
Ellerimizi 180 derece çevirebiliyoruz. Bunun bizler için ne kadar önemli olduğunu düşün.
Sonra bilekteki eklem yapısını, elimizin bileklerden nasıl hareket ettirebildiğimizi ve işlevleri üzerinde tefekkür et. Mesela bu eklemin görevini yapmaması durumunda yemek yemek gibi basit bir eylemin bile ne kadar zorlaşacağını fark edeceksin.
Dirseklerdeki eklemlerin önemini de düşün. Bunun olmaması veya arızalanması durumunda ne gibi zorluklar yaşayacağımızı anlamaya çalış. Mesela dirseklerini bükmeden pantolonunu giymenin bile mümkün olamayacağını anlayacaksın.
Sonra kolumuzun omzumuza bağlanışını ve buradaki eklem yapısını düşün. Bir an için orasının arızalandığını düşün hayatın ne kadar zorlaşacağını yataktan kalkmanın bile en büyük problem haline geldiğini göreceksin.
Kollardaki kemik ve kas sistemi üzerinde araştırma yapabilirsin. İhtiyacımız olan bir çok ağırlığı nasıl kaldırabildiğimizi zaten biliyorsun. Buradaki kasların işlevini yitirmesi durumunda ne gibi zorluklar yaşayabileceğimizi tahmin etmeye çalış.
En son ellerimizin ve kollarımızın vücudumuzun iki yanında simetrik olarak var olması üzerinde de tefekkür edebilirsin. Hem estetik yönden hem de yaptığı işler yönünden bunun ne kadar önemli olduğunu anlayabilirsin.
Bunları tefekkür ettiğimizde bu mükemmel sistemi yaratıp bize hediye edene hayran oluruz. Ona minnet duyarız. Ona hamd eder, şükrederiz.
Tabi el ve kollarımızdaki nimetler bu kadar değil oradaki damarlar, kılcal damarlar, hücreler, hücrelerin beslenişi v.s...
Daha da önemlisi el,kol ve parmaklarımızı hareket ettirecek sistem. (Beynimizde bunların hareketleri ilgili komuta merkezleri oluşu ve beyin-organlar arasındaki korelasyon)
Aynı şekilde diğer organlarımız üzerinde de zaman zaman tefekkür etmen iyi olur.
Bunları yaptığımızda Fussilet suresi 53. ayeti düşünüp daha iyi idrak edebiliriz.
"Varlığımızın delillerini, (kainattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?" (Fussilet : 53)

MUTLULUK ARAYAN GENÇ KARDEŞİM!

Genç kardeşim bakar mısın?
Mutluluğu yakalamak için peşinden koştuğun dünyalık şeylerle belki rahatlığı yakalarsın fakat huzuru yakalayamazsın.
Dünyalık olarak istediğin şeylerin tam olmasa bile namerde muhtaç değilsen ve huzurluysan mutluluğu o zaman yakalarsın.
"Peki huzuru nerede bulurum" diyorsan, milyonlarca insanın huzur bulduğu yere bak... Çok yakınına, seccadene bak.
Tenha bir yer...
Açılmış eller...
Dualar...
Tevbeler... istiğfarlar...
Islanmış seccadeler...
Arınmışlık hissi...
İç huzuru...
İşte özgürlük... ruhun özgürlüğü... ve mutluluk...
Not: Bu sözler senin için şimdilik önemsiz gelebilir. Fakat ileride bir gün (iç sıkıntısından iyice bunaldığında) bunun ne kadar önemli bir reçete olduğunu anlayacağından eminim.

İÇİMDE KALAN İKİ UKDE

Her yılbaşında içimde ukde olarak kalmış iki şeyi hatırlarım.
Birincisi: Orta okul birinci sınıfa giderken ara sıra köyümüzden ilçeye çıraklık yapmak için gelmiş arkadaşlarla akşamları buluşur sohbet ederdik. Bir yıl başı akşamı (muhtemelen ertesi gün tatil olduğu için) bir arkadaşla buluştuk. Cumhuriyet Meydanından geçerken bankalar caddesindeki (içkili lokanta olduğu söylenen) bir mekandan çıkan 25 yaşlarındaki birisi biz sövmüştü. Bizler küçük olduğumuz için bir şey demeden uzaklaşmıştık. Hala o olayı unutamam. . Bizi tanımayan ve muhatap olmadığımız o şahsın bize niçin sövdüğünü de hala anlayamam.
İkincisi İmam Hatip Lisesine gittiğim yıllar... Rahmetli annem ev ekonomisine katkı için zannedersem yirmi civarı hindi yetiştirmiş.Satmak için karın yağmasını bekledi(Kar ve buz yiyen hindiler lezzetli olurmuş) Yılbaşına yakın kar yağınca benden Tavşanlı'ya götürüp satmamı istedi. Ben de dedim ki:
"Bunları yılbaşından sonra satalım ki sarhoşlara meze olmasın." Annem de kabul etti.
Yılbaşından sonraki ilk cumartesi (İlçenin pazarı) hindileri bu işlerin alınıp satıldığı pazar yerine götürdüm.
Bir şahıs geldi. fiyatını sordu. Makul bir fiyat söyledim. Adam dedi ki:
"Yıl başı geçti artık. Bunlar o para etmez."
O an adamın sözüne o kadar üzüldüm ki. Hiç bir şey söylemedim, cevap da vermedim.

MANŞET!

BIÇAĞI KARNINA Bİ SAPLARSAM...

Karşılaştığım ibretlik olayları pek unutmam. Kendimce ders çıkarmaya çalışırım. Bu gün, yaşadığım ibretlik (veya öyle algıladığım) bir olayı...