PATİNAJ

 Patinaj yapan araba görmüşsünüzdür muhtemelen. Gençlerin hava atmak için yaptırdıkları patinajdan bahsetmiyorum. Tekerin askıda kalması veya yumuşak zeminde lastiğin tutunamaması sebebiyle olan patinajdan bahsediyorum.

Bu durumda gaza basmanızın hiç bir faydası olmaz. Saatlerce gaza bassanız bile arabayı yerinden kımıldatmak mümkün olmadığı gibi; teker yumuşak zemindeyse arabanın iyice yere oturmasına sebep olabilirsiniz.

Şöförlük yapan bir arkadaşa "patinaj yapan arabaya gaza basmaya devam edilse ne olur" diye sorduğumda

"difransiyel dağıtır" demişti.

Sosyal hayatta bir çok kişinin de patinaj yaptığı yerler vardır.

Kendisine söylenilen bir söz, bir tavır veya bir olay onun takıldığı yer olmuştur. Yıllar geçtiği halde o mevzu gündeme geldiğinde orada patinaj yapmaya başlar.

Konuyu bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bu mevzuda  bana aktarılan şeylerin en çoğu şuna benzer mevzulardır:

Düğün aşamasında gelin ile kaynana veya görümce arasında bir problem yaşanmıştır. Bu durum belki o zamanın sıkıntılarından ötürü olmuştur. Belki o zamana kadar biriken  küçük problemlerin patlamasıdır.Veya gerçekten problemli / geçimsiz olan kaynana veya görümcenin psikopatlığıdır.

 Aradan uzun yıllar geçtiği halde (bazen kırk yıl geçtiği halde) eşler arasında bu mevzu tekrar tekrar gündeme gelir. Gelin haklı da olsa bu mevzu'un ikide bir gündeme gelmesi damadı da rahatsız eder ve karı koca arasında tatsızlıklar meydana gelir. O hale gelir ki ne zaman bu mevzu açılsa her iki taraf da geçenlerde söylediği şeyleri tekrar ederler yani badinaj yaparlar. Bu tartışmanın yıllardan beri faydası olmadığı görüldüğü halde yine de  arabayı o yumuşak zemine sürüp patinaj yaptırmaktan, arabayı yıpratmaktan kendilerini alamazlar.

(Bana, genelde bu tür mevzuları erkekler anlattığı için bu örneği verdim. Belki de gelinlerin de buna benzer eşlerinden şikayet ettikleri patinaj yapan mevzular vardır) 

"Aynı şeyleri yaptığı halde farklı sonuçlar beklemek deliliktir" diye bir söz vardır. Bu mevzu kaç defadır gündeme geldiği, her defasında eşler arasında problem çıktığı halde maalesef tekrarlanır durur. Aslında çözüm basittir. Madem bu konu iki tarafın da kırmızı çizgisidir. o halde arabayı o yola sokmamak en mantıklı yoldur. Çünkü yolun varacağı yer bellidir. 

Fakat bazı mevzular vardır ki yukarıdaki gibi ara sıra meydana gelmez. Kişi oraya takılmıştır günün büyük bölümünü onu düşünerek geçirir. Konuşmalarının çoğunu o konuya ayırır. Kendisi rahatsız olduğu gibi çevresini de rahatsız eder hatta bıktırır. Kişi veya ailesi bu tür olayların üstesinden kendisi kalkamayabilir. Nasıl ki patinaj yapan araba birilerinden yardım alarak kurtulabiliyor ise, bu kişiler de eğer problem uzun müddet devam ediyorsa, başkalarından (özellikle konunun uzmanlarından psikiyatrist, psikolog gibi veya bu konuda güvenilir kişiler ) yardım almalıdırlar. 


ANA BABA

ANA-BABA ÇOCUK İLİŞKİLERİ İLE İLGİLİ YAZILARIMIZ

1-http://www.aliuslu.net/2018/02/ana-babaya-iyi-davranmak.html

2-http://www.aliuslu.net/2021/08/psikopat-anne-babalar.html

3-http://www.aliuslu.net/2021/08/anna-baba-mevzuu-3-bu-konudaki-iki-vaaz.html

4-http://www.aliuslu.net/2021/08/ana-baba-mevzuu-4-ufurukten-sebeplerle.html

ZİHNİMİZDEKİ ÇÖPLER

Aşırı öfke durumu "geçici delilik" olarak değerlendirilir ki bence de doğru bir değerlendirmedir. Çünkü o anda akıl devre dışı kalır, ağızdan çıkanı kulak duymaz olur.

İşte bu tür öfke anında söylenen bazı sözler muhatabı çok incitir. Hele aile fertleri veya yakınlar arasında olmuşsa, bazıları bu sözleri unutamaz, aklından çıkaramaz, her hatırlayışında mutsuz olur. Bazen öfkelenir veya ağlar... Bu durum biraz daha uzun sürdüğünde depresyona girerler.

Şöyle düşünelim: Deli olarak bildiğiniz bir kişi size hakaret etse nasıl bir tepki gösterirsiniz? Onun sözlerini ciddiye almazsınız muhtemelen.

Bence öfkelen kişi de geçici delilik halini yaşadığından onun sözlerini de pek ciddiye almamak, normal zamanındaki konuşmaları esas almak daha isabetli olur.

Öfkeli bir kişinin söylediği sözleri çöpe benzetirim. Evdeki çöpleri fazla biriktirmeden ve geciktirmeden çöp konteynerine atarız değil mi? Onları göz önündeki bir yere koysak, her gün defalarca gözümüze takılsa ne olur? Her görüşümüzde rahatsız oluruz. İşte bu tür sözler de çöp gibidir. Onları her hatırlayışımızda rahatsız oluruz. Zihnimizden temizlemedikçe rahatsızlığımız devam eder. Bir an önce onları zihnimizden atmalıyız ki mutlu olalım.

Zihnimizden temizlemeyi ister af ederek yapalım ister başka bir şekilde. Mübarek Kitabımızın Al-i imran suresi 134. ayette "Öfkelerini yutanlar ve insanları affedenler" övülür ve bu davranışların Cennet'e girme vesilelerinden olduğu bildirilir.

Ali USLU 29/08/2021 TAVŞANLI

HAYATIN ALLAH İÇİN OLMASI

Demek kolay, lakin uygulamak için çok büyük gayret ve dikkat gerekli.

"De ki: "Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir." (En'âm suresi 162. ayet)

Namazlarımızın ve diğer ibadetlerimizin Allah için olması da nispeten kolay diyelim.

Ya "hayatımızın Allah için olması"... Yani hayatımızın her safhasının (eğlence zamanlarımız, üzüntülü zamanlarımız, iş hayatımız, aile hayatımız, evde dinlenirken, yolda yürürken, TV seyrederken, internete girdiğimizde vb her anımızın) Allah Teala'nın rızasına uygun olması... Çok özen gösterilmesi gereken bir mesele değil mi?

Rabbimiz uygulayabilen bahtiyarlardan eylesin.

 


CEP TELFONU MEVZUU (2-yapılan yanlışlıklar)

 Geçen yıl akşam saat 22 civarında köyden Tavşanlıya geliyorum. Telefonum çalmaya başladı. Bir seansta ne kadar çalıyorsa o kadar çaldı. Telefonum cebimde olduğu için arayanı göremiyorum. Seyir halinde cebimden çıkarmaya çalışmak ta tehlikeli olacak. Tekrar çalmaya başladı yine çalma süresi bitince kapandı. 

İki kez üst üste sonuna kadar telefon çalınca insan endişeleniyor doğal olarak. Çok önemli bir durum olmasa bu kadar çalmazdı. Çoluk çocuğun / akrabaların başında bir iş mi var acaba? diye düşünüyor insan ister istemez. Geceleyin yol kenarında durmak ta mantıklı gelmedi. En yakın benzin istasyonuna girdim. Telefona baktım. Okuldan bir arkadaş aramış. Sordum hayrola ne var. Çok basit bir mevzu ,daha önce haberim olan bir mevzuyu hatırlatmak için aramış. 

Dedim niçin bu kadar ısrarla çaldırdınız?

-Belki duymamışsındır diye!!!

Bak arkadaşım! telefon çalarken kişi namazda olabilir, lavaboda olabilir, trafikte olabilir, uykuda olabilir, yemekte olabilir, elleri telefonu kullanmaya müsait bir durumda olmayaabilir. Aciliyet söz konusu olan bir şey varsa elbette defalarca arayabilirsin. Fakat çok önemli değilse bir kaç kez çalınca kapatırsın. Kişi duyduysa müsait olduğunda sana geri döner. Diyelim ki duymadı. Telefonu eline aldığında cevapsız aramayı görür ve sana döner. Diyelim ki görmedi veya unuttu sana dönmedi. Belli bir zaman sonra tekrar arayabilir veya mesajla durumu bildirebilirsin.

    ***

   Zamanını unuttum önemli bir toplantıdayız. Telefonum sessizde aradığını görüyorum ve meşgule alıyorum. İki dakika sonra aynı şahıs tekrar arıyor, tekrar meşgule alıyorum. Sonra tekrar arıyor çok önemli bir mevzu olduğunu düşünerek müsade isteyip çıkıyorum ve telefonu açıyorum. Hayrola çok önemli bir konu mu var diyorum. Bir şey soracaktım diyor. 

Bak kardeşim, önemli bir toplantıdayım öyle olmasa bile önemli bir meşguliyetim veya telefon kullanmama engel bir durumum olabilir. Telefonu meşgule almanın manası "şu anda müsait değilim müsait olunca sana döneceğim" demektir.

    ***

Diyelim ki makam sahibi bir kişinin makamına gittiniz önemli bir mevzu konuşuyorsunuz, konuşmanın önemli bir yerinde sekreterden izin almış  birisi gelip sizin konuşmanızı bölüyor. Siz tekrar söze giriyorsunuz tekrar birisi geliyor.. Bu durum konuşmanızın sonuna kadar bir kaç kez tekrar ediyor. Ne hissedersiniz?

Böyle bir durum pek olmaz ama önemli bir konuşma esnasında birisi her gelen telefonu açıp cevap veriyorsa bu durum buna benzer. Siz ikinci plana atılmış gibi olursunuz. Telefonla arayan kimsenin ayrıcalığı nedir acaba. Konuşmanın önemli yerinde onu araya alıyorsunuz diye düşünür insan. Böyle durumlarda arayan amirinizdir, veya daha önce aradığınız bir kişi size dönmüştür veya önemli bir durum vardır anlarım da her gelen telefona da cevap verilir mi. Telefonu meşgule alıp daha sonra dönersiniz o kadar...

     ***

  Gerek yolda gerekse kapalı mekanlarda sıkça rastladığımız bir durum da şu: Konuşan kişi muhatap uzakta olduğu için bağırılacağını düşünüyor her halde neredeyse gücü yettiğince bağırarak konuşuyor. Mecburen etrafındakiler kulak misafiri oluyor.

Bağırmaya hiç gerek yok be kardeşim, normal konuştuğunda da muhatabın duyar.

     ***

Çok kişinin katıldığı bir toplantıdayız. Bir kişinin telefonu sesli olarak çalıyor. Herkesin dikkatini çekiyor. Arkadaş işaretle müsade isteyip dışarı çıkıyor. Biraz sonra aynı kişinin telefonu yine çalıyor. Toplantıyı yapan amirimiz  arkadaşlar toplantıya girerken lütfen telefonlarımızı kapatalım diye ikaz ediyor. Onun ikazından ben bile utanıyorum.

Kardeşim toplantıya girerken telefonu kaptır veya sessize alırsın. Haydi diyelim dalgınlığına geldi bir kez sesli arandın artık ikinciye müsade etme. Yoksa birileri terbiye eder.

   ***

Camide cemaatle namaz kılarken çok rastladığımız bir durum. Bazıları sessize almayı unutuyorlar. Namazın ortasında çalmaya başlıyor. Bazen tekrar tekrar ısrarla manaz bitene kadar bir kaç seans devam ediyor. Israrla arayana ne demeli.

Namaz kılmaya devam eden kardeşim zaten telefonun çalarken senin kafan oraya odaklandı namazdan manen çıktın. Selam ver, telefonunu kapat, sonra namaza tekrar başla baştaki rekatlarını da namaza sonradan yetişen kimse gibi kıl. En azından cemaatin dikkatini dağıtmamış olursun.

     ***

Ben telefon çalınca acele telefona koşmam. Hele yemekteysem hiç gitmem. Nasıl olsa arayan kişinin numarası belli. Müsait olunca dönerim.

Eskiden ev telefonlarında arayan şahış belli olmadığından geri dönüş şansımız yoktu. Bu sebeple acele telefona koşardık. Zannedersem o alışkanlık cep telefonlarında hala devam ediyor.


ANA-BABA MEVZUU (4... üfürükten sebeplerle gelin boşatmak)

 Dünkü yazımızda Ulu camide vaaz eden şahsın ana-baba haklarını anlatırken "annen baban karını boşa dese boşayacaksın" sözünü yazmış ve eleştirisini yapmıştım. Bu sözü daha önceleri de camide olmasa da köy odasındaki sohbet ortamında (o zamanki büyüklerin konuşmalarında) dinlediğimi hatırlıyorum.

Bu anlayışın toplumdaki yansımasını, cehaletle vicdansızlık birleşince ne gibi trajik sonuçlar doğurduğunu aktarmaya çalışayım. 

Bizim köyden bir kız komşu köye gelin gider. Yokluk ve yoksulluğun zirve yaptığı yıllardır. Gelin gittiği evde de eve serilecek kilim yoktur. Tahtanın üzerinde oturmak için küçük minderler vardır.

O dönemlerde bizim buralardaki evlerde soba yokmuş.(Benim çocukluğumda bile köyümdeki bazı evlerde soba yoktu) Soğuk kış günlerinde ocak başına yakılan odunlarla ısınılırdı. Tabi evin ısısının büyük bölümü  geniş bacadan çıkar giderdi. Doğal olarak insanlar imkanı varsa iyi giyinmek zorundadır yoksa yapacak bir şey yok.

 O dönemlerde bütün evlenen erkekler babalarının evinde kalmak zorundaymış. (Benim çocukluğumda da çoğunluk öyleydi) Ekonomik olarak babaya bağlı. Onun tarlasında çalışacak ve onu hayvanlarıyla uğraşacak. Baba evden kovsa gidecek yeri yok. Bu sebeple baba o evin bir nevi kıralı gibiymiş. 

   İşte bu soğuk günlerin birisinde iyice üşütmüş ve soğuktan sinir ve sindirim sistemi arızalanmış olan gelin, evde kayınpederiyle otururken (zaten tek odada ateş yandığından mecburen aynı ortamda oturuluyor.)  farkına varmadan sesli biçimde yellenmiş. Ancak sesinden anlayabilmiş olayı… Tabii çok utanmış ve ayağındaki mesi tahtaya sürtüp ses çıkarmaya çalışmış. (Bu sesin mesten geldiğini ima etmek istemiş.) Kayın peder demiş ki: "Tamam sesini mes sesine uydurdun diyelim; ya kokusu ne olacak?"

Gelinin o anki psikolojisini, mahcubiyetini düşünebilirsiniz. Oğluna bunu boşa demiş ve boşamışlar. Hani basit sebepler için üfürükten sebepler denilir ya, bu olayda hem mecaz hem de gerçek anlamda üfürükten sebeplerle gelini boşamışlar. Baba evine gelen gelin daha sonraki yıllarda başka bir köye gelin gitmiş. Çocukluğumda o kadını altmış yaşlarında olarak hatırlıyorum. Muhtemelen doğumu 1915-25 arası.

Yine köyümüzde annesinin evine gitmesine izin verilmeyen bir gelin, annesinin çok ağır hasta olduğunu haber alıp, harman yerinden evine giderken gizlice, beş dakika annesinin evine uğrar. Bu durumdan oğlanın ailesi bir şekilde haberdar olur ve o gün gelinin bileti kesilir.

Rahmetli annem bunun gibi bir çok trajik olaylar anlatmıştı. Beni çok etkileyen bir tanesini ayrı bir yazıda anlatmak istiyorum inşaallah.

Bu tür olayların arkasında cehalet var, empati eksikliği var, kanuni boşluklar var, Çocuğun babasına ekonomik yönden bağımlı olması var ama buna ilaveten yanlış dini öğretiler de var. Yukarıda bahsettiğim yanlış dini öğreti  tabiri caizse “delinin eline sopa vermek” gibi bir şey.

Toplumda herkes böyle miydi? Elbette değildi, ama az veya çok böyle kimseler de vardı maalesef.

 


ANNA-BABA MEVZU'U (3- bu konudaki iki vaaz)

 Tahminen yirmi yıl kadar önceydi. Cuma vaazında vaaz eden şahıs (vaiz değil) ana-baba hakları mevzuunda konuşuyor. Konuşmasının bir yerinde diyor ki:

"Annene babana itaat edeceksin. Hatta onlar karını boşa deseler boşayacaksın" Hoppala... Ya bu ne biçim mantık. Gerçi o mantığın mantığını! tahmin edebiliyorum.

İbrahim aleyhisselamın oğlu İsmail aleyhisselam  ile arasında geçen bir menkıbeye dayanıyor. Ben de bu menkıbeyi değişik vesilelerle dinlemiştim. (okumadım, köyde, köy odasında ihtiyarların sohbetinde dinlemiştim)

Menkıbeye göre İbrahim (AS) bir gün oğlunun evine uğruyor. Oğlu evlenmiş fakat gelini O'nu tanımıyor. Ona pek iyi davranmıyor. O da:”İsmail'e selam söyle evinin eşiğini değiştirsin” diyor ve gidiyor. Akşam İsmail (AS) geliyor. Gelin eve gelen bir ihtiyarın söylediklerini eşine anlatıyor. İsmail (AS) gelenin babası olduğunu tariften anlıyor ve eşiği değiştirme şifresinin eşini boşamak olduğunu anlayıp boşuyor.

Bu menkıbenin gerçekliğini bilmiyorum, araştırmadım da. Okuduğum kaynak kitaplarda da hiç rastlamadım.

Diyelim ki doğru. Peygamberler heva ve heveslerine göre konuşmazlar, vahye göre konuşurlar. Dolayısiyle budurum emsal teşkil etmez.

İki-üç hafta sonra da Ulu camide benim vaaz görevim vardı. Sözü ana-baba haklarına ve yukarıdaki mevzuya getirdim. Özet olarak şunları dedim:

Annen - baban eşini boşa dediler? Soruyorsun suçu ,kabahati ne? Hırsızlık mı? arsızlık mı?

İşte bize hoş geldin derken biraz yüzü asıktı…

Yahu insaf... Anne-babanın bu kadar hakkı var, ama eşinin hiç hakkı yok mu. O Allah'ın kulu değil mi. Onun anası- babası insan değil mi?

Peki… diyelim ki anne veya babadan biri boşa diyor birisi boşama diyor. O zaman hangisinin dediğini yapınca sevaba hangisinin dediğini yapınca günaha gireceksin? Anladın mı bu işlin mantıksızlığını…

Diyelim ki, anne baba hatırı için haksız yere eşini boşadın. Bir tane de çocuğunuz var. Annesi çocuğuna diyor ki “Yavrum deden- nenen beni suçsuz yere boşattırdılar. Sen onlara gitmeyeceksin. Onlara bir bardak su koyarsan hakkımı helal etmem. E o kadın da çocuğun annesi. Bu durumda ne olacak?

Sonra anne-babaların hepsi olgun, mantıklı düşünen kişiler de değil. Psikolojik sorunları olanlar var, sapla samanı karıştıranları var.

Yani değerli kardeşlerim. Anne-babanın senin eşini boşattırmaya dinen bir hakları yok. Bizler hepimiz Allah'ın kullarıyız O'na karşı sorumluyuz. Annemizin babamızın söylediği meşru şeyleri imkanlarımız ölçüsünde yerine getirmeye ve onlara iyi davranmaya çalışırız o kadar.Bu tür dini konuşmaların toplumdaki yansımalarını da başka bir yazıda örnekleriyle anlatmaya çalışacağım inşaallah.

    


PSİKOPAT ANNE- BABALAR...

 ANNE-BABA MEVZU'U (2... Psikopat ana-babalar)

Geçenki  yazımızda  Allah Teala’nı ana babaya kesin olarak iyi davranmayı emrettiğini söylemiştik.

Peki toplumda bir çok psikopat var ve bunların bazısı doğal olarak anne ve baba bunlara karşı nasıl iyilik yapılır.

Bunu bana gelen bir vaka ile izah etmeye çalışayım.

Eski öğrencilerimden bir genç var, babasını da tanıyorum. Çocuk lise mezunu ve memur. İyi ki memur  bu sayede babasından ayrı yerde yaşamak durumunda. Bekarken aldığı maaşın büyük bir kısmını babasına veriyor. 23 yaşında evleniyor. Baba 45 yaşında ve köyde yaşıyor. 

Babası diyor ki:Senin maaşın benim, çünkü seni ben okuttum. Maaşını bana vereceksin ben sana harçlık vereceğim. (Nasıl okuttuysa, lisede yatılı okuyan çocuğun masrafı ne olabilir ki. Kaldı ki babası çiftçilik yapan köy çocukları, yaz tatilinde babalarına yardım ederek masraflarından fazla katkıda bulunurlar. Çünkü en yoğun tarım işleri yaz tatiline denk gelir. Bunu kendimden biliyorum)

Tabi çocuk babasına bir şey diyemiyor ama maaşını da vermiyor. Bu sefer market ihtiyaçlarını tanıdıkları marketten yapıp parasını ay başında oğlunun ödeyeceğini söylüyor. Oğlu da kendi tabiriyle mecburen ödüyor. 

Babasının maddi durumu oldukça iyi. Traktörlerin pahalı olduğu dönemlerde iyi bir traktörü var, tarlaları var hayvanları var evi var.

İş bununla kalsa iyi; Oğluna diyor ki: "Her şeyinizi bana soracaksınız." Bir gün bu çocuk hanımına pardesü alıyor. Babası yolda bunlara tesadüf ediyor. Benden izinsiz nasıl pardesü alırsınız diye oğlunu hanımının yanında bir güzel dövüyor...

Çocuğa soruyorum "sen ne yaptın?" "Bir şey yapamadım" diyor. Çünkü çocuk biraz ufak tefek, baba iri yarı ve tarımla uğraştığı için güçlü.

Bu çocuk bana soruyor (Annesi önceden vefat etmiş üvey annesi var). Ben bu babama nasıl iyi davranayım ?

Dedim ki:

Ana-babaya iyi davranmak onun her dediğini yapmak değildir.

Böyle kimselere kötülük yapmamak iyilik sayılır. Sen bu adamdan! mümkün oldukça uzak dur. Bir daha sana bulaşacak olursa savcılığa suç duyurusunda bulunacağını bildir. Bulaşırsa da git şikayet et.

Hocam ayıp olmaz mı?

Ne ayıbı yahu. 23 yaşındaki bir kişiyi hanımının yanında dövmekten daha ayıp olmaz.

Market meselesine gelince; Babanın durumu iyi olduğu için dinen onun borcunu ödemek zorunda değilsin. Markete gidip, sahibine, bundan sonra babanın aldıklarını ödemeyeceğini bildirirsin o kadar.

Sen babanın oğlusun, kulu değilsin.

Baban için dua et.

Hastalanırsa ilgilen.

Ona kin besleme.Söylediği incitici sözlere sabret. Bu ona iyilik sayılır.

Ali USLU.  22/08/2021- TAVŞANLI.

AĞIR OLUR BABALARIN SÖZLERİ...

 Dört-beş yıl kadar önceydi.

Lise üçüncü sınıfa giden öğrencimin bir kaç gündür derslere gelmeyişi dikkatimi çekmişti. Samimi olduğu arkadaşına durumunu, hasta olup olmadığını sordum.

" Babasıyla tartışmış babası da ağır konuşmuş o da eve gitmiyor, okula da gelmiyor" dedi. Telefonunu istedim telefonu kapalı hocam dedi. (Muhtemelen ailesine cevap vermemek için telefonunu kapalı tutuyordu)Nerede kalıyor dedim. Odada kalıyor dedi. 

Sen ona mesaj çek telefonunu açtığında mesajı görür. mutlaka beni bir görsün diye ricada bulundum.

Öğleden sonra yanıma geldi. Baktım çocuğun morali bozuk, vaziyeti de perişan duruyor. Kantine çay ve tost söyledim hiç itiraz etmedi, belli ki karnı açtı.

Tostunu yedikten sonra anlat bakalım dedim. Babasıyla tartıştıklarını babasının kendisine .".....r  git" dediğini bu sözün kendisine çok ağır geldiğini anlattı.

"Kaldığın yerde soba var mı" dedim. "yok" dedi. "Battaniye?" dedim "yok" dedi.(Havaların epey soğuk olduğu günlerdi) Dedim ki:

"Bak evladım sen babana kızmışsın ama kendini cezalandırıyorsun. Orada soğukta alacağın bir dert ömür boyu peşini bırakmayabilir."

"Annenle bir problemin var mı?" dedim. "Yok" dedi. "Anneni seviyor musun?" dedim "evet" dedi.

"Bak evladım sen ikinci olarak anneni cezalandırıyorsun" dedim. "Sence annen senin gidişine üzülmüş müdür?" dedim. Biraz düşündü ve "evet" dedi. "Sadece üzülse iyi... kaç gecedir gözlerine uyku girmiyordur kadıncağızın belki de bu aşırı üzüntü sebebiyle bazı hastalıklara yakalanacak." dedim. başını öne eğdi ve düşündü.

Kalbinin yumuşadığını hissettim, ve devam ettim.

"Bak evladım baban gerçekten söylenmemesi gereken bir cümle söylemiş. Ben inanıyorum ki o cümleyi öfkeyle söylemiştir. Öfke insanın aklını başından alır ve o an bir çok kişi ne dediğinin farkında bile değildir. Öfkesi geçtiği anda söylediği sözden pişman olmuştur.

Hem sen boş zamanlarında babanın iş yerinde çalışıyorsun. Ve ailenin bir bireyisin sen işçi değilsin ki. Seni kovmaya hakkı yok. Kovsa bile bu sözün hiç bir anlamı olmaz. Çünkü o ev babana ait değil size ait " Gibi sözler söyledim. Affetmenin çok büyük bir erdem olduğunu anlattım. Biraz daha sohbet ettikten sonra eve dönmeye ikna ettik.

Sen bir yere ayrılma ben babanla konuşayım sonra seni eve götüreyim dedim.

Müdürümüzü de alıp babasının iş yerine gittim. Annesi de babasına yardım ediyormuş. Baktım genç bir baba. Kendimizi tanıtıp meseleyi anlattık. Yaşını sordum 37 dedi. Genç bir baba. Belki de gençlere nasıl davranılacağını tam kavrayamamış bir baba. Biraz nasihatte bulunduk. Gençlere söz söylerken dikkat edilmesinin önemini anlattık.

Evden kaçan çocuğu bekleyen tehlikeleri anlattım. Özet olarak şöyleydi:

1-Uygun olmayan yerlerde yatıp kalkarken kalıcı hastalıklara yakalanabilir. Sokak çocuklarının mübtela olduğu uyuşturucu madde kullanımına başlayabilir.

2-Uyuşturucu çetelerinin tuzağına düşüp dağıtıcı olabilir.

3-Terör örgütlerinin tuzağına düşebilir.

4- Kendisine yardım edecekmiş gibi konuşan iyiliksever! ahlaksızların tuzağına düşebilir.

Yani evden kaçan çocuk tehlikelere açık haldedir. Böyle bir durumda en fazla zararı hem maddi hem manevi olarak aile çeker. Gibi sözler söyledik.

Neyse aile gelişimizden memnun oldu. Çocuğu getirdiğimizde onurunu kıracak bir söz söylememelerini mümkünse onun gönlünü alacak sözler söylemelerini rica ettik. Böylece problem daha fazla büyümeden hallettik elhamdülillah..

Yazdıklarımı bir cümle ile özetlersem diyebilirim ki: Ağır gelir babaların sözleri.

 Çocuğu olanlar her zaman, ama özellikle öfkeliyken daha dikkatli konuşsunlar.

İyice düşünülmeden söylenilen bir söz hem çocuğunuzun hem de sizin hayatınızı mahvedebilir.

 

 

 


CEP TELFONUNUN ÖNCELİKLERİ -1

CEP TELFONUNUN ÖNCELİKLERİ -1

Son bir kaç yılda yaşadığım ilginç olaylardan bir kaçı şöyle:

Sadık pembe caddesinden itfaiyeye doğru gidiyorum. Total benzinliğinin aradaki yoldan bebek arabasıyla çıkan otuzlu yaşlarda bir beyin karşıya geçmek için caddeye çıktığını gördüm her ihtimale karşı hızımı iyice düşürdüm. Şahıs benim gittiğim şeride geldiğinde aramızda az bir mesafe kalmıştı. Adam birden durdu. Telefonunu çıkarıp telefona baktı. Muhtemelen mesaj gelmişti. Ben durdum sonra şerit değiştirerek yoluma devam ettim.

Sonra düşündüm: Bu şahsı arabanın önünde aniden durdurup bebeğini ve kendisini tehlikeye sokacak şey ne olabilirdi acaba?

Tunçbilek tarafından geliyorum hızım altmış km. civarında. Tiren garına yakın bir yerden, giyiminden (formasından) lise öğrencisi olduğu belli olan 15-16 yaşlarında bir kız, yavaş yavaş çevre yoluna çıkıyor. Hiç sağına soluna baktığı da yok. Hızımı daha da düşürdüm. Yaklaştığımda kız benim gittiğim şeritin ortasına geldi fakat hala arabanın farkında değil, kulaklarında kulaklık var ve elindeki telefona bakıyor.(Muhtemelen mesaj okuyor) Ben, kızın geçmesi için iyice yavaşladım kız hala farkında değildi.

Akşam 23 civarında Sadık Pembe caddesinden, bu sefer çevre yoluna doğru gidiyorum. Kalemli sağlık ocağının oralarda önümden giden araba bazen zikzak yaparak yavaş yavaş gidiyor. Geçmeye cesaret edemedim. Yanımdakine "bunun sürücüsü ya sarhoş ya da telefon oynuyor" dedim. Bir kaç kez uzunları yakıp söndürerek sinyal verdim, araba düzgün gitmeye başladı. Yanımdakine "geçerken şoföre dikkat et bakalım ne yapıyor" dedim. Yanımdaki "elinde telefon var ona bakıyor" dedi.

İnsanı, hayatını tehlikeye atacak derecede telefona bağlayan nedir acaba.?

 

ANNESİNDEN ŞİKAYET EDEN KIZ ÖĞRENCİLERİM.

ANNELERİNDEN ŞİKAYET EDEN KIZ ÖĞRENCİLERİM.

Yıllar önce, Tavşanlı Atatürk Lisesi’nin orta okul ile lisesinin aynı müdürlük altında eğitim öğretime devam ettiği yıllarda, orada görev yaparken, orta ikinci sınıftan iki kız öğrencim bana gelerek annelerinden şikayet ettiler ve ne yapmaları gerektiği hususunda benden yardım istediler.

Kendilerine fırsat verip annelerinin onlara neler yaptığını veya söylediğini anlatmalarını istedim.

Anlattıklarının özeti maddeler halinde şöyleydi:

Anneleri bunları yerli yersiz eleştiriyorlarmış. Hele başkalarının yanında kendilerinin eleştirilmesi hatta yerilmesinden iyice rahatsız oluyorlarmış.

Kendilerini başkalarıyla kıyaslayıp, “şunun kızı şöyle çalışkan sen tembelsin. Şunun kızı şöyle yemek yapıyor sen bişey beceremiyorsun” gibi sözler söylüyorlarmış.

Yaptıkları güzel şeyler görmezden geliniyormuş.

Yapılan hatalar defalarca gündeme geliyormuş.

Kendilerine yapılan iyilikler sürekli başa kakılıyormuş.

Bir hata yaptıklarında anneleri bunlara bağırıyormuş, bazen beddua ediyormuş.

Kardeşleriyle problem yaşadıklarında hep bunlar suçlanıyormuş. Kardeşler arasında ayırım yapılıyormuş.

Aklımda kalan önemli maddeler bunlar.

İki kızın da ortak özelliği annelerini sevmemeleriydi. Bir tanesi nefret ediyordu. Belki de anneleri ölse üzülmeyecek gibiydiler.

Tabi bu kızların anlattıkları gerçekten böyle miydi? Bilmiyorum, ama en azından bu şekilde algılamışlardı.

Onlara annelerinin kötü niyetli olmadığını fakat belki iyi şeyler yapmak isterken yanlış metotlar kullandığını anlatmaya çalıştım. Sonra doğumdan itibaren annelerinin onlar için ne gibi fedakarlıklarda bulunduğunu genel hatlarıyla anlattım.

Sonra onlara annelerinin kendileri için yaptığı güzel şeyleri hatırlayıp anlatmalarını istedim. O zaman duygularının biraz değiştiğini fark ettim.

En son şöyle bir soru sordum:

-En samimi arkadaşınız kim? İkisi de birer isim söylediler.

Soruma devam ettim.

-Allah göstermesin bir kaza yapsanız ve yatalak hale gelseniz, en samimi arkadaşınız sizin yanınıza kaç gün gelir ve size ne kadar yardımcı olabilir?

Onlar düşünürken devam ettim.

"Bakın ben cevap vereyim. İlk hafta her gün yanınıza gelirler. İkinci hafta iki günde bir, üçüncü hafta haftada iki kez, dördüncü hafta haftada bir... Sonra azalır azalır Ayda bir telefon görüşmesine kadar gider." Sonra sordum:

-Peki siz yatalak olsanız anneleriniz size bakar mı?

-Bakar öğretmenim.

-Her türlü ihtiyacınızı, temizliğiniz dahil karşılar mı?

-Evet öğretmenim.

-Bakın evladım bir kişinin annesi -babası onun en samimi arkadaşından kendisine daha yakındır. Annenizin babanızın kıymetini bilin. Anneniz belki iyi şeyler yapayım diye yanlış metot kullanıyor fakat sizi seviyor. Hiç kimse sizi onun sevdiği gibi fedakarca sevemez. Siz bu sevginin kıymetini bilin.

Kızların yüzündeki ifadeler değişmişti. Teşekkür ederek ayrıldılar.

Ben bir şeylerin farkına varmalarını istedim sadece.

Fakat anne-babalar da çocuklarının her yaşında, özellikle ergenlik yaşlarında sözlerine çok dikkat etmelidirler.

Onların iyi niyetle de olsa söyledikleri incitici sözler sebebiyle çocuklar duygusal olarak ailelerinden uzaklaşmakta, meydana gelen bu boşluğu ise, kötü niyetli güzel sözlü! kimseler doldurup istismar edebilmektedirler.

Ali USLU 17/08/2021- TAVŞANLI

 

KÜÇÜK BİRİKİMLERİMİZİ DEĞERLENDİRMEK

 Küçük birikimlerinizle yeni kurulan bir işletmeye ortak oldunuz diyelim. Daha sonra bu işletme, işlerini ilerletip iyi gelir getiren bir fabrikaya dönüştü. Hem üretime katkıda bulunuyorsunuz hem de helalinden iyi de bir geliriniz var. Bu yatırımınız için elbette "ne iyi etmişim" dersiniz her halde.

Çok iyi gelir getiren ve zarar etme ihtimali olmayan manevi  bir fabrikaya ortak, hem de büyük ortak olabilirsiniz aslında. Nasıl mı?

Varsa çocuklarınıza, torunlarınıza veya akrabalarınızın, komşularınızın çocuklarına, dinimizi usulüne uygun şekilde öğretirseniz, veya bu konuda onların dinini güzelce öğrenip benimsemelerine, güzel ahlaklı olmalarına yardımcı olacak kurumlara gitmelerine aracı olursanız, o çocukların hayatı boyunca yaptıkları güzel davranışlardan, ibadetlerden kazandığı sevaplardan (niyet ve gayretlerinize göre) siz de pay alırsınız. Size yazılan sevaplar onların sevaplarında bir eksilme de yapmaz üstelik.

Bu konuda Nisa suresi 85. ayet mealen şöyledir:

"Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah'ın her şeye gücü yeter."  Nisâ : 85

Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuşlar:

"Hayra vesile olan onu yapan  gibidir" (Tirmizi ilim/14)

Ayrıca  bu tür hayırlı faaliyetlerde bulunduğunuzda, Allah Teala gecinden versin sizler vefat etseniz bile amel defteriniz kapanmayıp sevaplar yazılmaya devam edecektir.

Ebu Hureyre (ra)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sallalahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular: 

"İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat." Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizi, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8.

.

ODUNLARIM NE OLACAK

Bir köylü için anlatılan odunum hikayesini bilir misiniz?

Bilmeyenler için kısaca anlatayım:

Malum olduğu üzere, evlerde doğal gaz ve tüplerin olmadığı zamanlarda ısınma, banyo, yemek, çamaşır hepsi odun yakılarak yapılıyordu. Bu sebeple hemen her şehir veya ilçede odun pazarı vardı. Ve bu isim hala bir çok yerleşim yerinde mevcuttur. Genelde orman köylüleri de ormanlardan toplayıp/kestikleri odunları şehre getirirler ve rızklarını temin ederlerdi.

Soğuk bir gün köylü eşeğine yüklediği odunları şehre/kasabaya götürüp satmak için yola çıkar. Ayağında çarıklarla eşeğin yularından çekerek gitmektedir. Yerler ıslaktır ve çarıkları ıslanmıştır. Yolda atıyla gelen zengin bir şahıs köylüye acır. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Odunları nereye götürüyorsun?

-Şehre götürüp satacağım.

-Bana satar mısın?

-satarım

-Kaç para?

-Şu kadar lira.

Adam parayı verir ve derki:

-Tamam şuraya yık odunlarını ve köyüne dön.

Köylü şaşırır ve der ki:

-Peki benim odunlarım ne olacak?

-Ne olursa olsun. Sen paranı aldın ya.

-Peki ama benim odunlarım ne olacak?

Adam ne söylediyse köylü "benim odunlarım ne olacak" sözünü tekrarlamış.

Hikaye burada bitiyor.

Bu hikayeyi her dinlediğimde köylünün anlamasında bir problem olduğunu veya zeka seviyesinin düşük olduğunu düşünürdüm.(Ki bunu anlatanlar da bunun için anlatırdı)

Yaşımız ilerleyip, emeğin önemini kavradığımda, yardımın nasıl yapılması gerektiğini kavradığımda köylü abimize hak verdim.

Düşünün! siz bir şeye emek verdiniz bir ürün elde ettiniz. Sizin bir işe yaradığınız düşüncesi, birilerine faydalı olduğunuz düşüncesi sizi değerli ve mutlu yapar.

Bu köylü abimiz, odunları toplarken / keserken ve getirirken sadece parayı mı düşünmüştür acaba?

Mesela bu odunların satın alan kişinin hanımı tarafından sobada yakıldığını dışarıdan üşüyerek gelen aile fertlerinin ısınıp mutlu oluşlarını hayal etmiş olabilir.

Evin hanımı tarafından odunların incelerinden ocak başında ocak yakıldığını, üzerinde çorba pişirildiğini, onu yiyenlerin karnının doymasından dolayı mutlu olduklarını ve şükür ettiklerini hayal etmiş olabilir.

Evdeki ihtiyarın ılık suyla abdest alıp sobanın yanında namazını kıldığını, odunların yaratıcısı Allah Teala'ya şükür ettiğini ve onların evlerine gelmesine vesile olduğu için kendisine de gıyaben dua ettiğini hayal etmiş olabilir.

Veya odunlarının vasıtasıyla yapılan daha değişik güzel şeyler hayal etmiş olabilir. Bütün bu mutluluklarda kendisinin de payı olduğunu düşünüp işini zevkle yapmış olabilir.

İşte siz parasını verip odunları tabiri caizse çöpe attırdığınızda o köylünün bütün hayallerini yıkmış ve sadece para kazanmak için çalışan basit bir kimse konumuna sokmuş oluyorsunuz. Bu sebeple köylü amca soruyor "benim odunlarım ne olacak?" Demek istiyor ki: "Benim odunlarım bir işe yaramayacak mı? birilerinin bir ihtiyacını görmeyecek mi? Benim emeğim boşuna mıydı?"

Hem kendisine karşılıksız yardım yapılması onun onurunu da kırmış olabilir.

Zengin şahıs şöyle diyebilirdi:

"Bu odunları satın aldım. Şimdi sen köyüne dön havaların iyi olduğu bir zaman bunları benim evime getiriver veya bir fakirin evine yıkıver."

O zaman köylünün de hayalleri yıkılmaz, onuru kırılmazdı. Kendisinin insanların yararına çalışan değerli bir birey olduğu düşüncesi zarar görmezdi.

Üreten insanların çoğu, yaptığı işi sadece para kazanmak için yapmazlar.

11/08/2021 Ali USLU- TAVŞANLI

KISA KISA-3


 Bir kişi bilmediği mevzularda konuşur, ahkam keser, yorum ve paylaşımlar yaparsa;

Bildiği konulardaki konuşmaları, yorumları ve paylaşımları da dikkate alınmaz olur.

Yani itibardan düşmenin en kolay yolu bilmediğin konularda bol bol konuşmak, sosyal medyada yorum ve paylaşım yapmaktır.

***

Hocam! Müslüman bir kişi için İhlas mı daha önemlidir, ilim mi?

-İkisi de önemlidir. Fakat ihlassız ilim kişiyi manen felakete götürebilir.

***

Hocam! Kur'an okuduğu,anlamını bildiği hatta bu konuda alim olduğu halde sapıtanlar olur mu?

-Olabilir?

-Peki nasıl olur veya neden olur?

-Kuran okuyacağımız zaman şeytandan Allah'a sığınmamız emredilmiştir değil mi? Peki niçin?

Sorduğun sorunun cevabını ayet üzerinde düşünerek bulabilirsin

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.

16-Nahl : 98

***

ŞU ÜÇ ŞEY KİŞİNİN SAĞLIĞINI (olumlu veya olumsuz anlamda) ETKİLER

1- Midesine girenler. (yedikleri içtikleri)

2 -Yaşadığı ortamdaki teneffüs edilen havanın temizliği ve kalitesi.

3- Genel sağlık kurallarına uyup uymaması.

ŞU ÜÇ ŞEY DE KİŞİNİN MANEVİ SAĞLIĞINI (olumlu veya olumsuz anlamda) ETKİLER

1-Zihnine giren şeyler. (Dinledikleri, okudukları, seyrettikleri)

2- Yaşadığı ortamda teneffüs ettiği manevi hava ve manevi atmosferin kalitesi. (Arkadaş ortamı, bulunduğu ortamdaki kişilerin ahlaki durumu, takvaya uygun yaşayıp yaşamaması, ortamda günah işlenip işlenmemesi gibi)

3-Dinimizin temel kaynaklarında belirtilen kurallara uyup uymaması.

08/07/2021 Ali USLU - TAVŞANLI

***

Bilinçle söylenilmiş “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi aynı zamanda çok etkili bir konsantrasyon cümlesidir. (veya öyle olmalıdır)

Mesela:

Sabah iş yerini besmele ile açan bir Müslüman akşama kadar o dükkanda Allah Teala’nın rızasına aykırı bir şey yapmamaya gayret etmelidir.

Evine besmele ile giren bir Müslüman evinde Allah Teala’nın rızasına aykırı bir şey yapmamaya gayret etmeli, bu bilinçte olmalıdır.

Örnekleri çoğaltabiliriz…

***

Bu gün köyümde çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan bir dostumla sohbet ediyordum.

Dedi ki: "Ali hoca ! Tarlada güneşte yandım, bir ağacın gölgesine oturdum. Hafif de rüzgar esiyor... O kadar rahatladım ki. Sonra dedim:

"Ey Allah'ım güneş senin bir nimetin gölge senin başka bir nimetin; İkisinin de yeri ayrı ayrı."

Anadolu irfanı dediğimiz şey işte bu. İrfan sahibi olmak (ârif olmak) diploma ile alakalı bir şey değil.

***

 Bir tanıdığına veya arkadaşına, sonuca ulaşmış/bitmiş bir işi için sakın "iyi olmamış veya şöyle olsaydı daha iyi olurdu' gibi sözler söylemeyesin. Bu, sonucu değiştirmeyeceği gibi, o kişiyi de rahatsız edebilir..

Mesela arkadaşın bir şey satın almış (ev, arsa, araba, giysi, ayakkabı v.b). Her şey bittikten sonra durumu sana bildiriyor, veya sen öğreniyorsun. Sana düşen Hayırlı olsun temennisinde bulunmaktır.

"Bunu değil de şunu alsaydın” gibi bir cümlenin faydası olur mu? Olmaz. Bu söz sebebiyle bazı arkadaşlarının  kafası karışır, ve mutsuz olurlar. 

Bir de şu var ki, belki de arkadaşının tercihi daha doğrudur.

 İş sonuçlanmadan sana danışılırsa bildiklerini söylemende mahzur yoktur tabii.

***

KÖTÜ, DAHA KÖTÜ, EN KÖTÜ
Günah olan şeyleri işlemek kötüdür.
Daha kötüsü günahta ısrar etmektir.

En kötüsü ise, günahları küçümsemek, normal karşılamak, hatta günah olarak görmemektir.

***
"Hayâ (utanma duygusu) imandandır." (Hadis-i şerif)
Dikkatli olalım! Utanma duygularımızı azaltan her şey, namlusu imanımıza yönelmiş silah gibidir.

 


HİÇ DOKUNMADAN YAPILAN TAMİR

Geçen hafta dizimi bir cisme çarpmıştım da biraz yüzülmüştü. Azıcık acıyıp sonra acısı geçti. Bu gün gözüm oraya tesadüf ettiğinde yüzülen yerin kabuk bağladığını ve epey iyileştiğini fark ettim. Tecrübelerimden biliyorum ki, nasip olursa kısa bir müddet sonra kabuk düşecek ve orası tamamen iyileşecek.

Bu olay üzerine düşünürken şunlar geçti zihnimden.

Arabamızın kaportası çiziliyor. Biz onu ustasına götürüp tamir ettirmedikçe o iz orada duruyor. Hatta paslanmaya başlıyor.

İnsanların derilerinde meydana gelen basit yaralanmalar ise, hiç müdahale etmeden (Rabbimizin lutfuyla) tedavi oluyor ve hiç iz kalmıyor.

Ayrıca böyle durumlarda vücudumuz için  bir koruma kalkanı olan derimizin o bölgesi hemen kabuk bağlayarak enfeksiyonlara karşı da korunmuş oluyoruz. 

Biraz tefekkür edince bunların bize verilen ne kadar büyük nimetler olduğunu kavrayabiliyoruz.

İki ayet-i kerime geliyor zihnime:

"Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız..." Nahl : 18

Ve Rahman suresinde defalarca tekrar edilen ayet-i kerime:

"Öyleyken Rabbinizin hangi nimetini yalan sayabilirsiniz?

Rabbimiz! Verdiğin hiç bir nimetini inkar etmeyiz onlara nankörlük etmeyiz. Her ni'metin için hamd ve şükrederiz.

Bizlere nimetlerin farkına varma nimetini de lutfeyle. Yaptığımız hatalar sebebiyle nimetlerini bizden geri alma. (Amin)

 

İNSANLARLA İLİŞKİLERİNDE HAYAL KIRIKLIĞI YAŞAYANLAR

 İnsanlarla ilişkilerinde sık sık hayal kırıklığı yaşayanlar vardır. Bu sebeple, bazıları insanlardan uzak durmayı tercih ederlerken, bazıları "hiç bir insana güvenmeyeceksin" noktasına gelirler.

Aslında herkese tam güvenmek aşırı derecede saflık, Herkesten şüphe etmek de bir paranoya durumudur.

Bu kişiler çevresinin değişmesini beklemek yerine bakış açılarında bazı değişiklik yapsalar belki bu tür hayal kırıklıklarını daha az yaşarlar.

Araba veya aygıtlardan yola çıkarak meseleyi açıklamaya çalışayım:

Arabanız biraz kıdemli diyelim. Sizin işinizi görüyor fakat bazı problemleri var. Ne yaparsınız? O problemleri dikkate alarak arabanızı kullanırsınız değil mi? Mesela frenlerinde problem varsa hızınıza dikkat edersiniz. Çekişinde problem varsa yokuşlarda düşük vites tercih edersiniz, yetişmeniz gereken yere gitmek için daha erken çıkarsınız. Lastikleriniz eskiyse yağışta daha dikkatli gidersiniz, vesaire. 

Veya kullandığınız aygıtların nerelerde problem çıkardığını veya zayıf yönlerini bilirseniz ve  ona göre kullanırsanız, bu sayede o aygıtın ömrü daha uzun olur..

İnsanlar da bir yönüyle araç-gereçlere, arabalara benzerler. Bazı yönleriyle mükemmel olan kişiler, bazı yönleriyle zayıf olabilirler. Muhataplarımızı biraz gözlemleyip onların zayıf ve güçlü yönlerini keşfettiğimizde kime, hangi konuda ne kadar güveneceğimizi de tesbit edebiliriz. Bu tesbitlerimize göre o kişilere yaklaştığımızda hayal kırıklığı pek yaşamayız veya çok az yaşarız.

Mesela bazı kişiler mal ve para konusunda çok sağlam olmalarına rağmen ağızlarında bakla ıslanmaz. Bunların yanında gizli kalması gereken bir şey söylediğinizde hayal kırıklığı yaşama ihtimaliniz oldukça yüksektir. Bu tür kişilere mal emanet edilir fakat söz emanet edilmez.

Kişiden kişiye değişmekle beraber insanların dirençlerinin zayıf olduğu noktalar genelde aşağıda belirtilen mevzular olduğundan bu konulardaki güvenilirliği öncelikle test edilmelidir. Bunlar:

Mal ve servet, makam-mevki, şehvet ve şöhret, sözünde durma ve sır saklama gibi mevzulardır.

 


MANŞET!

BIÇAĞI KARNINA Bİ SAPLARSAM...

Karşılaştığım ibretlik olayları pek unutmam. Kendimce ders çıkarmaya çalışırım. Bu gün, yaşadığım ibretlik (veya öyle algıladığım) bir olayı...