BİR AYET-İ KERİME VE PEYGAMBER EFENDİMİZİN AYETE GÖRE DUASI

"... Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve isyanı (İslam'ın emirlerine karşı çıkmayı) da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir.(Hucurât : 7) 

PEYGAMBERİMİZİN DUASI
"Allah'ım! imanı bize sevdir. Onu gönüllerimize güzel göster.
Küfrü(inkarı), fasıklığı  ve isyanı bize çirkin göster.
Ve bizi doğru yolda olanlardan eyle."

DUANIN  ARAPÇASI
"Allahümme habbib ileyne'l-imane ve zeyyinhü fi gulubina
Ve kerrih ileyne'l-küfra ve'l-füsuga ve'l-ısyan.
Vec'alna mine'r-raşidin"

BAŞKA BİR AYET VE DUA İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ
http://www.aliuslu.net/2018/04/bir-ayet-ve-dua.html
 

BAŞARILI VE MUTSUZ BİR ÖĞRENCİM

Ebeveynlerin çoğu haklı olarak çocuğunun iyi öğretim veren bir okulda okumasını, okulda başarılı olmasını ve ileride iyi bir üniversite okumasını arzu ederler. Yani başarılı bir öğrenci olmasını arzularlar. Bu durum gayet normaldir.

Peki başarının amacı nedir? Tek başına başarı yeterli midir? Başarıdan daha değerli şeyler var mıdır?
Başarılı olmaktan beklentiniz çocuğunuzun ileride iyi bir iş ve aile kurması, kendisine , ailesine ve topluma faydalı bir birey olması ise lütfen yazımızı okuyunuz.
Öğretmenlikte 32. yılındayım.
Değişik kademelerde değişik okullarda çalıştım (4. sınıflardan lise sonuncu sınıflara kadar. değişik ilköğretim ve değişik liselerde)
Tavşanlı'ya geldiğim yıllarda okuttuğum öğrencilerimin bir çoğu kırkının üstünde.
Yani bir çok öğrencimin öğrencilik yıllarından itibaren hayatlarını az çok biliyorum.
İyi bir gözlemci sayılabilirim. Bu zaman zarfında şunları gözlemledim:
   Okul hayatında da sonraki hayatında da başarılı kimseleri tanıyorum.
   Okul hayatında çok başarılı olup, gündelik hayatta dibe vuranları biliyorum.
   Okul hayatında başarısız olup, ticaret hayatında ve gündelik hayatında başarılı kimseleri tanıyorum.
   Okul hayatı da sonraki hayatı da başarısız ve problemli kimseleri de tanıyorum.
Şimdi sizlere öğrencilik hayatı başarılarla dolu, sınavlarda derece yapan bir öğrencimden bahsedeceğim. 
  Bu öğrencimiz, ailesinin ilgilendiği, öğretmenlerinin ilgilenip değer verdiği, girdiği sınavlarda derece yapan bir öğrenci. Okuduğu okulların ve öğretmenlerin gözdesi bir öğrenci.

  Bizler hem öğretmenler hem veliler başarıyı bazen gereğinden fazla yüceltiyoruz. İşte bu başarısı gereğinden fazla önemsenmiş  ve ilgi odağı olmuş öğrencilerimiz (sağlıkçıların ilaç için kullandıkları deyimle  söylersek ilgide doz aşımı almış öğrencilerimiz)hayatın merkezine kendisini oturtuyorlar. Çevresindeki kişileri anne-baba dahil birer teferruat gibi, kendisine hizmet etmek için yaratılmış varlıklar gibi görmeye başlayabiliyorlar.

Bunların bir özelliği de vefa duyguları pek olmamasıdır. Çünkü yaptığınız her şey yapmanız gereken görevleriniz arasında görülür. o öğrenciden çok daha az ilgilendiğiniz bir öğrenci ise çok daha vefalı olabilir.
 
Bu öğrencimiz de maalesef böyle olmuş. Ailesinden aldığım bilgilere göre onu memnun etmek çok zor artık. Çünkü o kraliçe gibi büyütüldü, çevresi tarafından o kadar pohpohlandı egosu o kadar şişirildi ki, ayakları yerden kesildi. Kimseyi beğenmiyor. Dediği olmadığında en küçük şeylerde bile ailesinin burnundan getiriyormuş.

  Halbuki "kontrolsüz güç, güç değildir." Bir kişi yükseldikçe tevazu'u artmıyorsa, kibri büyüyorsa, o kişi motoru güçlü fakat frenleri zayıf bir arabaya benzer. Ne zaman nereye toslayacağı bilinmez.
   Şimdi üniversitede okuyor. Okuduğu okul iyi bir okul olmasına rağmen beklentisinden biraz düşük olduğu için memnun değil.
  Bu tür başarılı olduğu için kendini  Dünyanın  merkezine oturtan  tipler hem kendisi için hem de çevresi için sıkıntılı tiplerdir. Maalesef bundan sonra da büyük ihtimalle böyle olacaktır. Evlenirse evlendiği kişilerin burnundan getirecek, iş hayatına atılırsa da  özellikle maiyetinde çalışanların burnundan getirecektir.

  Peki niçin bu hale geliyor başarılı çocuklarımız?
Güzel ahlaklı olmanın başarılı olmaktan daha önemli olduğu öğretilip kavratmatılmadıkça  bu kaçınılmazdır.
   Bu sadece sözle de olmaz bunu hissettirmek  de gerekir.
Bir öğretmen başarılı fakat kaprisli, uyumsuz bir öğrencisine, güzel ahlaklı, çevresiyle uyumlu bir öğrencisinden daha fazla değer veriyorsa, bahsettiği güzel ahlak sadece sözden ibaret kalacaktır.
   Bir anne-baba çocuğun notlarını davranışlarından daha fazla önemsiyorsa, veya çocuğun böyle hissetmesini sağlıyorsa, çocuk için notlar, davranışlardan daha önemli olacaktır.
   Bir anne-baba çocuğunun başarısı için okul haricinde özel dersler aldırdığı halde karakter ve ahlak eğitimi için özel gayreti yoksa çocuk ister istemez  sadece başarıya odaklanacaktır.
   Ebeveynler, Çocuğu derslerden biraz düşük not aldığında telaşlanıp çareler aradığı halde, ahlaka ve dine aykırı davranışlarını gördüklerinde "ileride düzelir "diyerek boş veriyorlarsa  çocuk için nelerin daha önemli olduğunu öğretmiş olurlar.
   Öğrencilerime başarının önemli olduğunu hatırlattıktan sonra, Başarıdan daha önemli şeyler olduğunu söylerim. Ahlakı düzgün olmayan karakteri gelişmemiş bir kişinin başarısının benim için hiçbir önemi olmadığını da hatırlatırım.

   "Ülkemizdeki iyi üniversiteler boş kalmaz. Sen gidemesen başka birisi gider. Fakat ahlakı bozuk bir kişinin hem çevresine hem de ülkeye zararı olur. Karaktersiz kişilerin başarısı başarısızlıktan daha kötüdür." diye hatırlatırım.

Peygamber Efendimiz: "Sizin en hayırlılarınız ahlaken en güzel olanlarınızdır"

Başka bir hadis-i şeriflerinde ise :
"Hiç bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha iyi miras bırakamaz" buyurarak karakter eğitiminin önemini bizlere bildirmişlerdir.

  

BİR OK ATTIM (Kıssadan hisse)


   Anlatıldığına göre, padişahın oğullarından birisinin akli melekelerinde zaman zaman problemler oluşur ve o durumdayken ilginç şeyler söylermiş. Bu durumu bilen padişah, oğlunu maharetli bir vezirine teslim etmiş ve demiş ki: “Bizimki bazen coşuyor öyle durumlarda sen durumu idare edersin.”
 Vezir mecburen “tamam“ demiş, ve gittiği yerlere  Padişahın oğlunu da götürmüş. Şehirde problem belli olmasın diye de sık sık avlanmaya götürürmüş. Tabi ava gittiklerinde değişik köylere de uğrar yemek yer, dinlenirlermiş.
Köyün birisinde köylülerle sohbet ederken bizimki coşmuş ve demiş ki:
-Bir ok attım kebap oldu.
Herkes birbirine bakmış. Vezir hemen söze girmiş ve demiş ki:
-Şehzademizin demek istediği şudur. Malum biz sık sık ava çıkarız. Bir yaz günü yine ava çıkmıştık. Avlanırken okumuz kuru otların olduğu bir yerde sert taşa çarpınca otlar tutuştu. Orada mağara varmış. Yangın mağaraya da sıçrayınca, mağaradaki birkaç keçi kaçamamış yanmış kebap gibi olmuş. Şehzademiz bu olayı anlatmak istiyor. Herkes kafa sallamış ve sohbet devam ederken oğlan yine coşmuş ve demiş ki:
-Bir ok attım sel oldu.
 Vezir yine sözü almış ve demiş ki:
-Biraz önce de söylediğim gibi biz sık sık ava gideriz. Bir keresinde yine avlanırken attığımız oklar oradan aniden çıkıveren su arabasındaki tulumlara geldi tulumlar delinince sular aktı aktı adeta sel oldu. Şehzademiz bu olayı anlatmak istiyor.
 Derken oğlanın bu iş hoşuna mı gitti ne “Bir ok attım aşure oldu” deyince Yine herkes birbirine bakmış. Vezirimiz bir şehzadeye bakmış bir de adamlara ve demiş ki:
-Haydi kebap meselesini hallettik, sel meselesini de hallettik. Bu aşure de nereden çıktı.
Suyu bulsak şeker lazım. Şekeri bulsak buğday lazım. Onu da bulsak nohut vs. lazım bunların hepsini ben nasıl bir araya getireyim. Ne halin varsa gör.
 Bu hikayeyi şunun için anlattım. Bazı kimseler peşinden gittiği kişilerin (lider, hoca, şeyh) hata yaptığına veya yapacağına inanmadıklarından onların söylediği veya yaptığı olumsuzlukları tevil etmek için uğraşıyorlar. Fakat bu iş her zaman sel ve kebap gibi olmuyor bazen de aşure gibi oluyor.



 Aslında yapılması gereken şu. ”Zırva tevil götürmez .” deyip meseleyi bitirmek.

TIP KİTABI OKUYARAK AMELİYAT YAPABİLİR MİSİNİZ?

TIP KİTABI OKUYARAK AMELİYAT YAPABİLİR MİSİNİZ?

Birkaç tane tıp kitabı okuyup ilaç yazmak veya ameliyat yapmaya kalkışmak ne kadar mantıksız davranış ise;

 Dini ilimler ile ilgili alt yapısı ve yeterli eğitimi olmadığı halde birkaç meal okuyup, hüküm vermek, Hüküm çıkarmak da o kadar abestir.
 Yanlış anlaşılmasın. Meal okuyarak her kes kendi kapasitesine göre dersler çıkarabilir. Bu gayet normal ve olması gereken bir durumdur. Yanlış olan hüküm çıkarmaktır.
 Her zaman her konuda haddini bilmeyen kimseler bulunur. Bunlara kulak vermek ise yukarıda bahsettiğim kimselere ameliyat olmak gibidir.
 Bizden uyarması…

ANNEMİN KUNTİRESİ (Eğitim yazıları)


   Annem 1932 doğumlu. Maşallah hala zihin sağlığı yerinde. Her gün yanına uğramaya çalışır, hal hatır sorar, duasını alırım. Zaten gitmediğim günler bekler,bunu bildiğimden önemli bir mazeretim varsa telefon ederim.
   İhtiyarlarla sohbet etmek, onları konuşturup- dinlemek, psikoterapi gibidir.
Ben de, biraz kendim konuştuktan sonra sorularımla sohbet konusunu yönlendirir, özellikle onun zevk aldığı günleri anlattırırım. Aslında sorduğum sorunun cevabını defalarca dinlemişimdir. Maksat öğrenmek değil onu konuşturup rahatlatmak.
   İnsanlar yaşlandıkça, bilinçaltına attıkları bir çok şeyi açığa çıkarttıklarını duymuştum. Son iki yıldır bunu annemde de fark ettim. Şöyle ki, çocukluğuyla ilgili konuşurken daha önce anlatmadığı şeyleri anlatmaya başladı. 
   Annemin çocukluğunda bazı akranlarının kuntiresi varmış. Annem de özenirmiş. (kundura demek istiyor)  Anlattığından anladığım kadarıyla süslü, altı demir çiviler çakılı hafif topuklu bir ayakkabı
 Babasına o da istemiş. Babası  da "şunları şöyle yaparsan alayım" demiş. Annem de istenilenleri yerine getirmiş.
Babası, "tamam, sana kuntire alacağım" demiş.
 Annem her hafta babası Tavşanlı’ya gidince akşamı zor edermiş. Akşam babası gelince kuntire gelmez,  babası bir bahane söylermiş. Kaç hafta böyle geçmiş ve annem artık kuntirenin gelmeyeceğine kanaat getirip bir daha istememiş.
   Çocukluğuna ait bir çok şey anlatmıştı ama bunu anlatmamıştı. Demek ki  bilinç altına iyice yerleşmiş. onu baskılıyormuş. şimdi o özlemi açığa çıkıyor.
   Yeni anlattığı başka bir mesele de oruç meselesi. Annem yedi yaşından itibaren kendi isteğiyle oruç tutarmış. Üç yaş büyük abisi de o dönemlerde pek tutmazmış. Babaları abisine oruç tuttuğu gün para vereceğini söyler teşvik edermiş. Gerçekten de oruç tuttuğunda para verirmiş. Anneme oruç tuttuğundan dolayı hiç para vermemiş. "Ben de özenirdim" diyor. İsteseydin ya dediğimde
-Utanırdım istemeye, ama özenirdim. diyor.
  Daha ilginç olanı ise. Bu iki olayı anlatırken yüzünün bir çocuk masumiyetine bürünüşü. Sanki çocukluğunu yaşıyor gibi oluşu.
  Annem bir buçuk yaşındayken annesi hastalanıp iki sene İstanbul'da tedavi görmüş. Fakat  tedavisi mümkün olmamış, hasta olarak yaşamış. sonra da annem on yaşındayken  vefat etmiş.
Yani anneme babası bakmış bundan dolayı babasını çok sever. Hep onun iyiliklerinden bahsederdi. Demek ki, çok sevdiği birisi de olsa bazı yapılan hatalar bilinçaltında kalıyor.
   Annemin anlattıklarından çocuklar arasında ayırım yapılmamasının önemini daha iyi kavradım. Bir de çocuğa verilen söz, yerine getirilmediğinde onun iç aleminde nasıl bir etki bıraktığını daha iyi anladım.
   Zaten bu ikisi de Dinimizin de bizden istediği şeyler değil mi?



VİCDANLARA SORULAR

BİR AYET-İ KERİME VE KENDİMİZE SORULAR...

Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden koruyunuz..." (Tahrim / 6)

1-Kendimizi, Cehennemden korumak ( uzaklaştırmak) için planlarımız var mıdır? Varsa nelerdir?
2-Varsa eşimiz ve çocuklarımızın Cehenneme gitmemesi için planlarımız nelerdir?...
3- Bu planlar yeterli midir?
*********************************
BAŞARI İLE İLGİLİ VİCDANLARA BİR SORU:
Herkesin takdir ettiği özendiği bir başarı bile olsa;
O şey Ahirette kaybettirecek bir şeyse buna başarı denir mi?

KALABALIK İÇERİSİNDEKİ DERVİŞ (Tefekkür yazıları)

   Derviş, Hac ibadeti için gittiği kutsal topraklarda daha önce hiç görmediği insan tipleriyle karşılaşıtı. Genelde aynı ülkenin insanları birbirine benziyorlardı. Fakat dikkatle bakıldığında onlar da birbirlerinden çok farklıydı.
    Bu düşünce onu hayrete düşürdü. Umre yaptığı bir gün Safa- Merve arasını sa'y ettikten sonra Safa Tepesi'nde, akışa engel olmayacak bir yere oturdu ve gelen geçen insan tiplerini seyre koyuldu. Binlerce insan geldi geçti. Hiç biri birbirine benzemiyordu. Halbuki aynı cins insandaki bütün organlar diğerlerinde de vardı.
Bir ressam hayal etti.
  "Çok yetenekli bir ressama  bin tane hayalinden insan resmi çizdirsek acaba bir birine benzetmeden kaç tane çizebilirdi?" diye düşündü.

 Bir ressam için ilk  kez yaptığı bir resim orijinal ve değerli olur. Fakat aynısını tekrarladığında bu taklide girer ve değeri düşerdi. Demek ki Rabbü'l- Alemin tüm insanları, tek tek özel olarak yaratmıştı. Bütün bunlar "Allah Teala'nın "El-Musavvir" isminin  tecellisi." diye düşündü
  Milyarlarca insanın seslerinin de birbirinden farklı olduğunu öğrenmişti. Öğrendiği bu bilgi geldi aklına. Bu, ne muazzam bir şeydi öyle..
Bu konudaki düşünceler tek tek zihnine akın ediyordu.
 Tüm insanların  parmak uçlarının da birbirinden farklı olduğunu ilk okuldayken öğrenmişti. Parmak uçlarına baktı.
" Evet bizim, onun parmak uçlarını bile  düzenlemeye gücümüz yeter."(Kıyâmet : 4) Ayetini hatırladı. Hayreti daha da arttı.

Daha yeni öğrenmiş olduğu bilgiyi hatırladı. Konunun uzmanı bir prof. bir televizyon programında tüm insanların ter kokularının da birbirinden farklı olduğunu söylemişti.

Haşr suresinde her akşam okumaya gayret ettiği ayet geldi aklına:
"O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah'tır. Güzel isimler O'nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O'nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.(Haşr : 24)
  Derviş gözleriyle insanlara bakıyor gibiydi fakat zihni çok derinlere gitmişti.
Kendi işiteceği bir sesle "Sübhanallah" dedi önce . Bu cümle tüm hücrelerinde makes bulmuştu sanki.
Sonra "Allahu Ekber" dedi aynı içtenlikle. Tefekküre devam ediyordu. Biraz bekledikten sonra "Ve lillahil hamd" dedi.

Sonra kalktı. Altınoluk  karşısına gelecek şekilde oturdu. Gözleriyle Kabe'yi seyrederken zihni farklı alemlerde geziyor, "Allahu Ekber" cümlesinin anlamını çok farklı yönleriyle düşünüp  tecellilerini adeta hissediyordu. 

AH EVLADIM!.. SENİN KOCANA BÜYÜ YAPMIŞLAR.

   Fakültede okuduğum yıllarda Sabiha Ünlü'nün Dilek Taşları isimli bir kitabını okumuştum.  Kitabın bir bölümünde, yazar başından geçen bir olayı anlatmış. Faydası olur kanaatiyle aklımda kalan o bilgileri sizinle paylaşayım istedim.

Olay büyük şehirlerden birinde muhtemelen Ankara'da yaşanıyor.
Halledilmemiş problemi olanların gittikleri, kişinin başındaki musibetlerin sebebini bildiği söylenen! meşhur bir bayan hocanın! yanına gidiyor.
Saat sabahın onunda ev bayağı kalabalık. Hoca hanım! akıllı. Kimi müşterilere ev süpürttürüyor, kimisi çamaşırları katlayıp yerleştiriyor. Sabiha Ünlü de sıraya giriyor. Müşterilerin tamamı bayan.
   Gelenlerin kimi aile problemi yaşıyor. kimisi kısmetinin kapattırıldığına inanmış onun için gelmişler. Kimi, kocasının işlerinin neden rast gitmediğini öğrenmeye gelmiş. Kimi de kendisinde veya ailesindeki psikolojik problem için gelmişler. vb.
   Muayene! sırası yazara geldiğinde güler yüzlü tatlı dilli hoca hanımla! karşılaşıyor.  Kısa bir hoş- beşten sonra hoca hanım müşterinin derdini soruyor. Sabiha Ünlü, kocasının son zamanlarda kendisine karşı tavırlarının değiştiğini ve geçinemediklerini söylüyor. Kocasının ismini sorduğunda Osman diye cevaplıyor.
   Hoca hanım! dolaptan içinde fasulye olan bir kese alıyor. Fasulyeleri çıkarıp masanın üstüne döküp biraz karıştırıyor.
  Hoca hanımın! yüzü birden değişiyor. Bazı fasulyelere dikkat kesiliyor. Yüz ifadesinde  çok iğrenç bir şey görmüş gibi bir durum oluşuyor.
 Bir kaç renkli fasulyeyi alıp kenara koyuyor.
-Vah Osman’ım vaah. Sana bunu yapanın elleri kırılsın. Nasıl da kıymışlar size " gibi sözler söylüyor.
Sonra da Sabiha hanıma diyor ki:
-Evladım, aslında senin kocan seni çok seviyor. Fakat birileri senin kocanı elinden almak için büyü yapmışlar. Bundan dolayı ,Osman evde problem çıkarıyor vs. diyor.
Sabiha hanım soruyor. Peki hocam büyüyü nasıl bozacağız?
-Ah evladım benim o konuda bir yeteneğim yok. Fakat falan yerde falan isminde bir hoca efendi var çok kıymetli bir şahsiyettir kendileri. Selamımı söyleyip, derdinizi anlatırsanız derdinize çare olur Allah'ın izniyle. diyor..
   Sabiha Ünlü hanım teşekkür ediyor. Borcunu soruyor o zamanın parasıyla yirmi lira yeter diyor. Ücretini ödeyip ayrılıyor.
   Aslında Sabiha hanım oraya, yazacağı kitaba malzeme toplamak için gitmişti. Osman diye birisiyle evli olmadığı gibi, o zamanlar nişanlı bile değildi.
  * Peki fasulyeler ne oluyor?
   Muhatabı etkilemek için kullanılan yöntem.
*Renkli fasulyeleri gördüğünde yüz ifadesi neden öyle olmuştu?
  Muhatabı ikna edebilmek için yapılan roller.
  Bu tür işlerle uğraşan kişiler genelde insan psikolojisini ve  onları etkileme yollarını az çok bilen biraz da açık göz insanlardır. Tabi Allah korkusu olsa böyle şeyler yapmazlar o ayrı konu.
*  Peki büyüyü bozacak hoca efendi! kim?
   Muhtemelen paslaştıkları kişi, ben yoldum bir de sen yol tarzında. Allah bilir o şahıs da o bayana müşteri gönderiyordur.

   Toplumda her zaman şarlatanlar, çıkarcılar bulunur. Fakat bizim toplumumuzda  bir çok kişi başlarına gelen olumsuzlukların sebebini cin veya kendisine yapılan büyü vb. şeylere bağlamakta bu da şarlatanların işini kolaylaştırmaktadır.
    Rabbim bizleri böyle yanlışlara düşmekten korusun.

İLGİ ALANLARI, BAŞARI VE MUTLULUK

   Aynı filmi izlettiğiniz bir gruba daha sonra "Filmin sizi etkileyen bölümlerini, veya daha çok dikkatinizi çeken bölümlerini anlatınız (veya yazınız)" deseniz, muhtemelen bir kaç farklı cevap gelecektir.
   Mesela, bazılarının dikkatini komik şeyler çekerken, bazıları dramatik sahnelerden etkilenmişlerdir. Bazıları için dövüş veya kahramanlık sahneleri ön plana çıkmış, bazıları duygusal bölümlerden etkilenmiş, bir kısmının dikkatini bazı hikmetli sözler daha fazla çekmiştir.
   Bazen öğrencilerime Kur'an mealinden bir sayfa okurum. Sonra sorarım "sizi en çok hangi bölüm etkiledi" diye. Orada da farklı cevaplar alırım.
 Sebebi ne olabilir?
   Bence kişinin o günkü, ve genel psikolojik durumu etkili olabildiği gibi, ilgi alanlarının da etkisi büyüktür.
   Aynı caddeden yürüyen kişilerin caddede dikkatini çeken şeyler kişinin yaşına, ihtiyacına ve ilgi alanına göre değişiklik gösterecektir.
    Bunu şunun için anlattım. Aynı ailede yetişmiş çocukların bile ilgi alanları farklı olabilir.
 Geçmiş yıllarda lise son sınıfa giden zeki bir öğrencimle sohbet ederken bana şunu söylediğinde çok şaşırmıştım:
-Hocam ben ilkokul birinci sınıftan itibaren haber bültenlerini hiç kaçırmadım. İzledim.
Bu öğrencimin Ülke ve Dünya meseleleriyle ilgilendiğini onunla ilgili güzel yorumları olduğunu bilirim.
Çevresiyle çok muhabbeti olmayan biraz içine kapanık gibi duran ortaokul öğrencisi bir tanıdığımla ( o zamanlar kanatlı hayvanlara ilgi duyduğunu biliyordum) bir bıldırcın muhabbeti yaptık. Çocuğun gözleri parladı. Çocuğun dili çözüldü neredeyse. Neler neler anlattı bir bilseniz. Belki bu çocuk hayatında hiç baştan sona haber bülteni izlememiştir.
   Orta okulda, çok çalıştığı halde Maun suresini çok zor ezberleyen bir öğrencimin, bir öğretmenin karikatürünü çok güzel yaptığını gördüğümde onu bir dergiye yönlendirmiştim. Şimdi başarılı bir mimar olarak görüyorum.
   İnsanlar, ilgi alanına giren şeylerle meşgul olurlarsa daha mutlu olurlar. Hele bir de bu konuda yetenekleri varsa çok da başarılı olurlar.
   İlgi alanına girmeyen şeyleri yapsalar bile yaptıkları işlerden pek zevk almazlar, iş yaparken mutlu olmazlar sadece görevlerini yerine getirmiş olurlar.
   Çocukların ilgi alanlarını keşfetmek onların mutlu ve başarılı olmaları için önemlidir. Senin çok istediğin bir meslek, çocuğunuzun ilgi alanına girmiyorsa, sırf seni kırmamak için o mesleğe yöneliyorsa, hatır için meslek seçmiş olur.
   İlgi alanları önemlidir dedik. Mesela, İnsanları ve onlarla ilgilenmeyi seven kişiler, doktor, hemşire veya hasta bakıcı olduklarında ne kadar mutlu olurlar ve muhataplarını da memnun ederler değil mi?
   Çocukları çok seven kişilerin öğretmen olmaları durumunda da çift taraflı mutluluk yaşanır.
Hayvanları seven kişilerin veteriner olması veya hayvancılık işleriyle uğraşması onları mutlu ve başarılı yapar
   Eline geçen oyuncağı merak edip söküp takan, içindeki malzemeleri inceleyen çocuğun tamirciliğe ve makine mühendisliğine ilgisi olduğu anlaşılır. Bu misalleri çoğaltabiliriz. Fakat bizim maksadımız bunları anlatmaktan çok ilgi alanlarına dikkat çekmektir.
  Bir de tersinden örnek vereyim, Çocukları ve onlarla ilgilenmeyi sevmeyen bir kişinin öğretmen olması durumunda hem kendisinin mutsuz olacağını hem de öğrencilerinin heyecansız ve mutsuz bir şekilde okula gidip geleceklerini söyleyebiliriz.
  "... Ve Allah'a yaklaşmaya yollar arayın." Ayet-i Kerimesini bu bağlamda düşündüğümüzde müminler ilgi alanlarına veya durumlarına göre Cenab-ı Hak'ka yaklaşabilirler. Kimisi daha çok infak yolunu kullanırken, kimileri ilim öğrenme ve öğretme yolunu tercih edebilirler. Kimisi insanlara faydalı olmayı onların işlerini görmeyi tercih ederken, bazıları nafile ibadetler yoluyla Allah Teala'ya yaklaşmaya çalışabilirler. Tabi bu söylediklerimiz asgari farzları yapmak kaydıyla.

GERÇEK DOSTLAR...

       İnsan hayatı boyunca yeni yeni kimselerle tanışır. Bunlardan bazılarıyla arkadaş olurlar. Arkadaşlarından samimi olduklarıyla da dost olurlar. Her arkadaş, her dost önemlidir ama eski dostların yeri başkadır. Eski dostlar seni her yönüyle kabul etmiş kişilerdir. Beklentileri yoktur. Hesabi değil hasbidirler.

Yeni arkadaş ve dostlarınız için ise iki ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimal gerçekten samimidirler. Sizinle birçok yönden uyum sağladıkları için sizinle dost olmuşlardır. İkinci ihtimal özellikle mal- makam -mevki sahibiyseniz  sizden beklentisi olup buna bağlı olarak dost olanlardır. Aslında bunlar dost değil dost görünenlerdir. Yeni dostlarınızın hangi  gruba girdiğini ancak emekli olduktan sonra ya da makam- mevkiinizi kaybettikten sonra  öğrenebilirsiniz.

Sosyal hayatınızdaki konumunuza göre yeni arkadaşlar edinmeniz kaçınılmazdır. Ayaklarınızın daha sağlam yere basabilmesi için tabiri caizse (pergel örneğinde olduğu gibi) ayağınızın birisi eski dostlarınızda sabit olmalı, diğeri de yenileriyle.

Eski dostlar seni daha rahat eleştirebilirler. Buna dikkat etmelisin. Eleştiriyi önemsemelisin. Kırılmamalı basit şeylerden dolayı darılmamalısın. Yeni dostlarının övgülerine iltifatlarına ise ihtiyatla yaklaşmalısın. Bu layık olduğun için de olabilir, yağcılık da olabilir.

Yaptığınız bazı şeyleri eleştirenler, hasmınız veya muhalifiniz olmayabilir. Belki sizin iyiliğinizi isteyen dostunuzdur. Yaptığınız şeyleri öven ve destekleyen kişiler de dostunuz olmayabilir. Belki menfaatçidir. Belki de daha kötü olmanızı isteyen bir hasmınızdır.

Hazreti Ömer Efendimizin; “Benim yanlışımı bulup düzeltenden Allah razı olsun” dediği rivayet edilir. Hatalarımız dostlarımız tarafından uygun bir şekilde düzeltilmezse, bizi uyarmazlarsa hatalarımızı erdem olarak görmeye başlayabiliriz.

Birçok makam- mevki sahibi kişi, eski dostlarının eleştirilerine kulak tıkayıp onlardan uzaklaştıkları, yenilerin övgülerinden hoşlanıp onlarla daha da yakınlaştıkları için maddi ve manevi anlamda uçuruma yuvarlanmışlardır. İnsanlar hata yapabilirler. Siz de hata yapabilirsiniz dostlarınız da. Dostlarınızın hatalarını onaylamayın ama hatalarından dolayı onları terk etmeyin. 

Bir de eski dostlarınızın etrafı sarılıp birileri onların ayağını yerden kesmeye çalışıyorsa onlara kırılsanız bile kızmayın, küsmeyin  terk etmeyin.

Bir organımız hastalandığında ilk yaptığımız şey onu tedaviye çalışmaktır değil mi? Tedavi uzun sürse de tedaviye devam ederiz. Allah göstermesin kangren hariç uzuvlarımızdan vazgeçmeyiz.

Dostlarımız, kardeşlerimiz ve akrabalarımız da organlarımız gibidir. Bir problemimiz olduğunda onlardan vazgeçemeyiz. Tolere etmeye çalışırız. Sabrederiz, tedaviye çalışırız. Fakat kesip atmayız. Daha doğrusu (ilişkilerimizi) kesip atmamalıyız.

 

KARIŞTIRILAN ŞEYLER

   Son yıllarda çevremde gözlemlediğim, çok dikkatimi çeken şeylerden birisi de;
Özgüven ile ukalalık/magandalığın birbirine karışmış olmasıdır.

Gerçi başka karıştırılan şeyler de var. Mesela:
Eleştirmek –hakaret etmek
Sadakat- dalkavukluk
Samimiyet- laubalilik
Doğru sözlülük(açık sözlülük)- patavatsızlık.
Saka yapmak- alay etmek.
Espri yapmak-sululuk … gibi

ALAY ETMEK 2-(İbretlik olaylar)

   Dursunbey’in köylerinden birisinde olan bir olayı arkadaşım anlatmıştı.
O civarda bacakları kesik bir adam varmış. Adamcağızın kimi kimsesi olmadığından at arabasıyla bir köye getirirler 10-15 gün köy odasında misafir edilir, köylüler misafire yemek getirirler sonra da başka bir köye götürüverirlermiş. Böylece adamcağız köyden köye giderek hayatını kolaylaştırmağa çalışırmış. Tabi zaman zaman da arkadaşımızın köyüne getirirlermiş. O köydeki 10-12 yaşlarındaki yaramaz bir çocuk, o şahsın kaldığı köy odasının kapısına taş atarmış. Adamcağız zor zahmet kapıya gelir yalvarırcasına.
-oh oğlum, benim derdim zaten bana yetiyor. Ne olur yapmayın” diye adeta yalvarırmış. Fakat yaramaz çocuk bu yalvarmaları pek dikkate almaz her seferinde adamla alay eder, beni yakalayamazsın ki gibi sözler edermiş.
     Yıllar geçmiş. Bu çocuk büyümüş 45-50 yaşlar civarında bir kaza geçirmiş kazada bacaklar traktörün altında kalmış. Sonunda hastanede bacakları kasıklarından kesilmiş.
     İnsan düşünmeden edemiyor. Acaba bu bacakların kesilmesi  o adamcağıza yaptıklarının bir uzantısı olabilir mi? Kim bilir? ???

NE YAPALIM GARDAŞ KADER...

   İslam’da kader konusu çok hassas bir konudur. Bu mevzuda bir çok, birbirinden farklı görüşler ortaya çıkmıştır. (Cebriye, mürcie, mutezile, gibi.)Bu mezheplerin çıkış noktası, kader mevzuudur. Ehl-i sünnetin de bu mevzuda görüşleri vardır fakat ehl-i sünnetin çıkış noktası kader değildir. İsteyen her görüş sahibi, Kur’an’dan ve sünnetten, kendi görüşlerini destekleyen ayet ve hadisler bulabilirler. Fakat bu konudaki tüm ayet ve hadisler göz önünde bulundurulmadan yapılan yorumlar bizi yanlışa götürebilir.
 Lafı fazla uzatmayayım. Seksenli yılların sonu veya doksanlı yılların başıydı. Ermenistan Karabağ’ı işgal etmiş, oradaki Müslümanları çoluk çocuk demeden katlediyor, evlerini talan ediyorlardı. Ben de bu olaydan çok rahatsız olmuştum. Durumu çevremdeki kişilere anlatıyor, oradaki kardeşlerimiz için neler yapabileceğimizi istişare ediyordum.
 Dindar olarak tanıdığım kişilerden birine rastladım, heyecanla olayı anlattım. Bir de ne göreyim! karşımda hiçbir şey yokmuş gibi davranan bir kişi... Diyor ki:
-“Ne yapalım gardaş, kader...”
- Yani...
-“Yani yapılacak bir şey yok. Onların kaderinde bu yazıldığı için böyle oldu."
-“Sübhanallah!.. Beyefendi orada çocuklar hunharca katlediliyor, kadınlara tecavüz ediliyor…”
-“Gardaş, kadere engel olamayız…”
-Bir " la havle.." çekiyorum.
 Çok şaşırmıştım. Bu şahsa göre, kimse sorumlu değildi yaptığından. Cenab-ı Hak tarafından adeta senaryo yazılmış şahıslar da zamanı gelince rollerini oynuyorlardı.(Bu görüş cebriye mezhebinin görüşünün aynısıydı) İnsanın sorumluluğunu anlatmaya çalıştıysam da anlatamadım. Sonunda şöyle bir örnek aklıma geldi. Dedim ki:
-Beyefendi! Diyelim ki sen hanımın ve kızınla çarşıda gidiyorsun. Karşıdan gelen iki tane berduş, senin yanında hanımına ve kızına laf attılar. Ne yaparsın?
 Birden sinirlendi ve “öldürürüm onları” dedi. Ben de dedim ki :
-“Beyefendi! Kadere niye karşı çıkıyorsun. Senin eşine ve kızına laf atmak onların kaderine yazılmışsa onların suçu ne? Onlar başka ne yapabilirler ki?
 Böyle söyleyince diyecek bir şeyi kalmadı. Bana bir şey demedi ama kader anlayışındaki sakatlığı az da olsa anladığını tahmin ettim.
 Bazı insanların gerçeği anlaması için kendi namusuna dil uzatılması mı gerek acaba?

CEHALET VERGİSİ

   2000-2003 yıllarında  o zamanki ismiyle Belediye İlköğretim Okulunda çalışırken bir öğrencim ailesinin başından geçen bir olay anlattı.
   Saat 10 civarında (Baba işte, çocuklar okulda anne evde yalnız vaziyette iken) fal işleriyle uğraşan malum şahıslardan daha önce hiç görmediği (muhtemelen başka şehirden) bir bayan zile basar. Ev sahibi bayana der ki:
-Senin oğlun askerde değil mi?
-Evet.
-Onun başına çok kötü şeyler gelecek.
Anne birden telaşlanır ve mantıklı düşünemez hale gelir.
-İstersen o başına gelecek şeyleri önleyebiliriz.
Telaşlı anne tamam ne gerekiyorsa yapalım der.
 Falcı, bu iş için üç,beş veya yedi altın gerekli olduğunu, altınların sadece malzeme olarak kullanılacağını iş bitince tekrar verileceğini söyle, ve boş bir kese verir. Ev sahibi kadın istenildiği şekilde altınları keseye koyup yedi kez düğümler.
   Falcı kadın ayağa kalkar, diğeri oturur. Bir şeyler okur gibi yapar ve her seferinde keseyi kadının başının etrafında dolandırır. Kadın kesedeki düğümlere bakmaktadır ve bir problem yoktur. Aynı işlemi yedi kez tekrarladıktan sonra keseyi kadının önüne bırakır.
  Biraz zor olduğunu fakat çocuğun başına gelecekleri önlediklerini, yapılan tılsımın bozulmaması için kesenin ağzının öğle ezanı okunmadan açılmaması gerektiğini söyler. Ücret olarak Allah rızası için ne verirse onu alacağını söyler. Neyse, kadın bir şeyler verir ve falcı gider.
   Öğle ezanı okununca kadın keseyi açar. Bakar ki altınlar sahteleriyle değiştirilmiş. Kandırıldığını anlar fakat iş işten geçmiştir.
   Bu tür kandırılmalar için "cehalet vergisi" sözünü duymuştum. Gerçekten de doğru bir tesbit. Az çok dini bilgisi olan bir mümin yukarıdaki bilgilere inanmaması gerekirdi.
Çünkü Kur'an-ı Kerimde (Neml/65)geçen "Allahtan başka  kimse gaybı bilmez" ayetini en azından bilgi olarak duymuş olması gerekirdi.
  Peygamber Efendimiz Sahih-i Müslim'de geçen bir Hadislerinde şöyle buyuruyor:
"Kim bir arrafa (kahine) gelir, bir şeyler sorar ve söylediklerine de (inanıp) onu tasdik ederse kırk gün namazı kabul edilmez." (Müslim/selam)
   Ev sahibi bayan yedi düğüm attığı kesenin açılıp altınların nasıl değişebileceğini merak etmiş. Çünkü düğümlerin kısa zamanda açılması imkansız. Onu aldatan da bu düşünce zaten.  Aslında aynı keseden daha önce hazırlanıp düğümlenmiş kese ile değiştirilme söz konusu.
Saat ondan öğle ezanına kadar da gitmeleri gereken başka bir şehre ulaşmışlardır muhtemelen. 
 

ÇOCUK İSTİSMARI VE İDAM

 Çocuklara musallat olan, insanlığın yüz karası pisliklere hayat hakkı verilmemeli ki diğer çocuklara yaşama hakkı tanınmış olsun. Bunun lamı cimi yok.


Benim dikkat çekmek istediğim asıl mesele şu:
 Bu psikopatlar annelerinden böyle doğmuyorlardır herhalde.
 BUNLARI BU HALE GETİREN ETKENLER NELERDİR?
 Acele cevap vermeyin. Kolaycılığa kaçmayın. Şunu bunu suçlamayın. Birileri suçlanmaya kalkarsa çözüme değil çözümsüzlüğe sebep olunur.
 Konunun uzmanları, pedegoglar, psikologlar, sosyologlar, eğitimciler, üniversitelerin ilgili birimleri , Aile Bakanlığı konunun üzerine eğilip ciddi çalışmalar yapılmalı ve gelecek nesillerin hem psikopat-sapık olmaları önlenmeli hem de bunların zarar verebileceği kişiler kurtarılmalıdır.
Mesela, aklıma gelen araştırılması gereken konuları yazayım:
 *Aile yapısının etkisi var mıdır? nedir? ( ebeveynleriyle aynı odada yatan 11 yaşına gelmiş çocuklar tanıyorum. Anne-babayla aynı yatağı paylaşan 4. Sınıfa giden çocuk tanıyorum. Kendisi sekizinci sınıfa giden ablası lise üçe giden kardeşlerin aynı odayı paylaştıklarını biliyorum) Tabbi bu durumları yaşayan herkes sapık olmaz ama yüzde olarak etkisi nedir?
 *İzlediği filmlerin etkisi var mıdır? Girdiği internet sitelerinin etkisi var mıdır?
 *Arkadaş çevresinin veya arkadaşsızlığın etkisi var mıdır?
 *Eğitim sisteminin etkisi var mıdır?
 *Çocukların okulda, ailede ve çevrede gördüğü şiddetin etkisi var mıdır?
 *Çocukların aşırı serbest bir ortamda yetişmesinin veya baskıcı bir ortamda yetişmesinin etkisi var mıdır?
 Bu soruları çoğaltabiliriz. Fakat bunlara bilimsel anlamda güvenilir kimselerin oluşturacağı kurulların araştırmalar sonucu cevap vermesi ve önerilerin de hayata geçirilmesi gerekir.
 NOT: Psikolojik olaylarda her olay herkesi aynı derecede etkilemeyebilir.
 NOT-2: Psikopatın memleketi, partisi, mesleği , yaşı olmaz. Yani her meslekten, her yaştan her ırktan, her memleketten çıkabilir

 Ali USLU 3-TEMMUZ-2018 TAVŞANLI

BİR ÜMİDİM AKÇAKÖY'ÜN EŞEKLERİNDE KALDI.(İbretlik olaylar).

   Un fabrikaları yokken veya henüz yaygınlaşmadan önce, insanımız buğdaylarını değirmende öğütürlermiş. Su değirmenleri su basıncıyla çalıştıkları için derelere yapılırmış. Benim küçüklüğümde rahmetli babamın öküz arabasıyla değirmene buğday götürdüğünü bilirim.

  Bilenler bilir ama bilmeyenler için kısa bir açıklama yapayım. Değirmenciler öğüttükleri buğdaylar karşılığında "hak" alırlardı. bu hak dedikleri şey onun ücretiydi. Bir şinik (yaklaşık 16 kg) buğday için bir kabak(ölçü birimi) hak alırlarmış.

  Tavşanlı'nın dere boyu denilen mevkiinde de su değirmenleri varmış. Bu değirmenlerden bir tanesinin işletmecisi kendine göre açıkgöz! bir kimseymiş. Öğüttüğü buğdayların hakını alır bir de buğday sahibi görmeden fazla olarak kendi çuvalına buğday aktarırmış. Mal sahibi buğdayının başında hep bekleyecek değil ya bir ihtiyaç için vs. çıktığında bunu yaparmış.

   Aradan zaman geçmiş işletmeci hastalanıp, yatağa düşmüş, ölümünün yakın olduğunu hissetmiş. Yaptıkları,(çaldığı buğdaylar) gelmiş aklına. Tabii pişman olmuş ama kaç kişiye hile yaptığının sayısını ve miktarını bilmesi bile imkansız.

   Onun yaptıklarını bilen samimi arkadaşı ziyarete gelince gelen arkadaşına demiş ki:
   -Arkadaş! Bir ümidim Akça köy'ün eşeklerinde kaldı.
   Bu sözü sizler büyük ihtimalle anlamadınız. O halde açıklayayım.
   Bahsedilen değirmen, dere yatağında. Dereden epey uzakta yamaçta Akça köy var. Oranın haklı değirmene kestirmeden eşeklerle geliyorlar. Çünkü normal araba yolu dolambaçlı ve uzak. Çalınan buğdaylardan dolayı eşeklerin yükü hafifliyor ya. Mesela seksen kilogram yükü yetmiş beşe düşüyor. Bayır yukarı giderken zorlanan eşeklerin yükünün hafiflemesinden dolayı Acaba Allah Teala beni affeder mi diye düşünüyor değirmenci.
   Ne kadar acı bir durum değil mi? Gençliğinde hiç ölmeyeceğini sanan, kazanırken haram-helal çizgisine dikkat etmeyen, Ahiret’e hazırlık yapmayan kişiler bir anda ölümle burun buruna geldiklerinde nelerden medet umuyorlar?
   Peygamber efendimiz bir hadisinde bizleri bu konuda uyarmış ve   buyurmuştur ki:
– Biliyor musunuz, müflis kimdir? Oradakiler
- Bizce müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyâmet gününde namaz, oruç ve zekatla gelir, fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış ve şunu dövmüş, bundan dolayı onun iyiliklerinden, anılan adamların her birine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden iyilikleri tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yükletilir. Sonra o kimse cehenneme atılır. (Riyazu’s-Sâlihin, c. 1, 266, 267)(Müslim -Birr)
   Rabbim, nefsimizi ve neslimizi Ahirette kaybettirecek her türlü davranıştan muhafaza eylesin.
 

MANŞET!

BIÇAĞI KARNINA Bİ SAPLARSAM...

Karşılaştığım ibretlik olayları pek unutmam. Kendimce ders çıkarmaya çalışırım. Bu gün, yaşadığım ibretlik (veya öyle algıladığım) bir olayı...